Serdar ARSEVEN

Serdar ARSEVEN

Mail: [email protected]

​Bir 15 Temmuz kahramanları var, bir de 16 Temmuz kahramanları!

Başlıktaki ifade, menfur darbe girişiminin meydana geldiği tarihte Ankara Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yapan

Sayın Harun Kodalak’tan.

FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimine karşı ilk soruşturmayı açan Sayın Kodalak, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’ndeki konferansında “o geceyi” anlatmış…

Ve 15 Temmuz’dan sonra yaşananları dile getirirken, “Bir 15 Temmuz kahramanları var, bir de 16 Temmuz kahramanları” ifadesini kullanmıştı.

O gece büyük kahramanlık destanı yazarak ülkeyi işgalden kurtaran asil insanlar ve o gece sonrasında başkalarının fedakârlıkları üzerinden parsayı toplayanlar…

Sayın Harun Kodalak ile diğer vatan evlâtlarının mücadele ettikleri örgütün ve elemanlarının özelliklerini hepimiz biliyoruz.

Her dönemde her kisveye girebiliyor ve her dönemde her yere sızabiliyorlar.

Bunlara karşı her dönemde dikkatli olmakta büyük faydalar var, her dönemde yani bu dönemde de!

Onları, en koyu Kemalist kisvesiyle de görebilirsiniz, en harbi şeriatçı kisvesiyle de…

Nitekim…

Bunların Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bu kadar büyük bir kadrolaşmayı gerçekleştirebilmelerinin sebebini sorduğunuz eski komutanlar,

“Nereden bilebilirdik ki?” diyorlar…

“Adamların evlerinde boy boy Atatürk portreleri vardı. Eğlence olduğunda eşleriyle birlikte dans ediyor, hatta eşlerini başkalarıyla dans ettiriyorladı. Alkol kullanıyor, gayet çağdaş takılıyorlardı! Meğer, ruhsat almışlar ruhlarını teslim ettiklerinden! Milli Görüşçüler filan öyle mi ya, ne oldukları bir kilometre öteden anlaşılıyordu ve onları (yargısız infazlarla, yani YAŞ kararlarıyla) şutlamak pek kolay oluyordu!..”

FETÖ bir örgüt ismi olduğu kadar, bir ruh hali aynı zamanda.

“Karakter aşınması” denilen.

“Amaca ulaşma yolunda her yol meşrudur!” zihniyeti.

Kayıtsız şartsız, itirazsız destekliyormuş gibi göründüklerinin kuyularını kazanların dünyası.

Dönün bakın, Sayın Erdoğan’a düşmanlıklarının ortaya çıktığı ana kadar hiç eleştirileri olmuş mu?

“Sayın Erdoğan, şunu doğru şunu ise yanlış yapıyorsunuz”” demişler mi?

Demezler!..

Zira…

Biriktirdiklerini kusacakları ana kadar kendilerini belli etmezler!..

Biz olsak, pat diye dökülürüz…

Doğruya doğru, yanlışa yanlış demeye çalışırken dışlanır, hatta şutlanırız!

Allah bütün 15 Temmuz kahramanlarından razı olsun.

Şehitlerimize rahmet eylesin, gazilerimize de iki cihan saadeti nasip eylesin.

16 Temmuz kahramanlarının ise müstehaklarını versin!

Kendilerini tankların önüne atmış, daha da önemlisi evlâtlarını feda etmiş kahramanların da okuyacakları bu sütunda, “kahramanlık” iddiasında bulunmak ayıp olur.

Sadece durmam gereken yerde durdum.

Söylemem gerekeni söyledim, yazmam gerekeni yazdım.

Darbe girişimi gecesi, bir etkinliğe katılmak üzere bir gün önceden gittiğim Konya’daydım.

Darbecileri lanetleyen vatandaşlarla birlikte…

Esas mücadele Ankara ve İstanbul’daydı.

Ertesi gün…

Kürsüler kurulmuştu ve coşkun konuşmalar yapılıyordu.

Ben o etkinlikleri bir gazeteci olarak izlemekle yetindim.

Kürsülere çıkıp konuşma yapmam istendiğinde ise, “Kahramanlara ayıp olur, sadece Allah onlardan razı olsun diyebilirim” dedim.

Ben 15 Temmuz kahramanlarından biri değilim, 16 Temmuz kahramanlarından biri hiç değilim!

Ve herkese, 16 Temmuz kahramanlarına karşı dikkatli olmalarını tavsiye ederim!

Bizde, iş olup bittikten sonra kahramanlık taslayanlar çoktur.

Mesela…

Rabbim nasip etti, o sütü bozuk 28 Şubat darbesine karşı çıkış hattının en önlerinde yer aldım.

Hedefe yerleştirildim, helali hoş olsun, çok çektim.

Medyada çok azdık, öbür taraf ise çok fazla ve çok şedit.

MuhafazaKÂR takımının, kârı muhafaza etmeye kodlanmışları, darbecilere gidip gidip, “Bizi Serdar gibilerle karıştırmayın. Biz ılımlı insanlarız!” diyorlardı o günlerde.

Bizlere de, 28 Şubat darbecilerini kışkırttığımız, kızdırdığımız için tepki gösteriyorlardı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“Sizin yüzünüzden biz de zarar görüyoruz!” diyorlardı.

Dedik ya, mesele “kâr”ı muhafaza anlamındaki muhafazaKÂR’lıktı.

Sonra…

Şu oldu, bu oldu…

Darbeciler yenildi.

Baktık, biz geride, sessiz, sakin.

Bunlar “En Kahraman Rıdvan” pozlarında.

Bir nevi, 29 Şubat kahramanları!

X

Sonra…

17-25 Aralık darbe girişimi geldi.

O günlerde, “paralel yapı” idi FETÖ’nün ismi.

Biz, "darbe girişimi"nin kitabını yazdık.

Kimse basmak istemedi.

Medyadakilerin bir kısmı da, “Ya paralelciler geri gelirse, o zaman biz ne yaparız!” diye düşünüyordu.

“DostModern Darbe” kitabını kendi imkânlarımızla bastık, o 17-25’i anlatan ilk kitaptı.

Sonra…

Baktılar ki birileri, “paralel yapı”nın geri gelme ihtimali pek yok…

Yine “En Kahraman Rıdvan” pozlarında çıktılar öne!..

X

Mesele kimin öne çıkıp çıkmadığı meselesi değil elbette.

Hani, “Ömerler” meselesi var ya…

Hazret-i Ömer’i örnek alanlar, doğruya doğru yanlışa yanlış derler…

Bedel ödemekten çekinmezler!

“Turist Ömer”ler ise, “Gelene Ağam, Gidene Paşam” derler!

Kimin arabasına binerlerse onun düdüğünü öttürürler!

Geri dönüp bakın, FETÖ’nün yayın organları kimlere itibar etmiş o günlerde, Abant toplantılarının müdavimleri kimlermiş?

Zaman’dan, Samanyolu’ndan çıkmayanlar…

Bunların önde gelen mensupları ile “işkembecilerde” sabahlayanlar kimlermiş?

X

Ne demiştik yukarılarda bir yerlerde…

TSK’dan atılanlar hep Milli Görüş ruhlu insanlardı…

Zira, onlar kendilerini gizlemiyorlardı.

Öbürleri ise her kılığa giriyor, her nabza göre şerbet veriyorlardı!..

Sonra bir gün geldi…

O Milli Görüşçüler, menfur darbe girişimine karşı çıkışta en ön saflarda yer aldı.

Diğerleri ise, darbe girişiminde “CIA aparatı” olarak kullanıldı.

X

Bütün mesele…

“Ömerler” meselesi, vesselam!..

Şehidimiz Ömer Halisdemir ve diğer bütün şehitlerimizin ruhları için…

El Fatiha.

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar