YUSUF KAPLAN

YUSUF KAPLAN

Mail: [email protected]

Biz NATO’ya yok olmamak için girdik, yok olmamak için çıkacağız yeri ve zamanı geldiğinde…

Biz NATO’ya yok olmamak için girdik, yok olmamak için çıkacağız yeri ve zamanı geldiğinde…

Dostlukları da, düşmanlıkları da belirleyen olgu, aidiyet biçimleri. Etnik ve kültürel kimlik veya medeniyet kimliği üzerinden inşa edilen aidiyet biçimleri. Ya da hâlâ coğrafya kaderdir; -Lyotard “coğrafyanın sonu”ndan sözetse de, sınırların ortadan kalktığı gözle görülür bir hâl alsa da, bu böyle.

Coğrafyanın yüklediği yük, bazen bir medeniyet yükümlülüğüne dönüşür. Elbette ki, medeniyet bilinci, coğrafyayla sınırlı değildir. Ya da şöyle söyleyeyim: Medeniyet bilinci ve aidiyeti, fizikî coğrafyayı aşar, zihnî ve kültürel coğrafyalara kadar uzanır, karmaşıklaşır ve zenginleşir.

NATO’NUN KİMLİĞİ: BİR UYGARLIĞIN SAVAŞ MAKİNASI

Önce şunu bileceksiniz: NATO bir medeniyet projesidir. Batı uygarlığının “savunma şemsiyesi”dir diyorlar; ama ne kadar da hakikati maskeleyen bir tanımlama bu böyle, değil mi?

Nedir NATO, peki?

NATO, Batı uygarlığının kurduğu küresel kapitalist sistemin askerî zorbalık düzeninin savaş makinasıdır; silahlı kalkanıdır. Noam Chomsky’nin diyebileceği gibi“küresel zorbaların dünya üzerinde terör havası ettirdikleri yıkım mekanizması”dır.

Fernand Braudel olsa, “silahlı barış düzeninin savaş ve savunma aygıtı” derdi, Pax Romana olarak adlandırılan düzenin kurucusu Roma İmparatorluğu’nun devamı olarak gördüğü Pax Americana’nın en temel savunma örgütü olduğu için.

Ülkeler arasındaki dostluklar da, stratejik ittifaklar da öncelikle kültürel aidiyet biçimleri üzerinden şekilleniyor. Elbette çıkarlar ilk bakışta daha belirleyici oluyor. Fakat “çıkarlar”ı belirleyen şey, aslında aidiyet biçimleridir: Kültür, inanç, medeniyet, coğrafya’ya dayalı aidiyet biçimleri.

Rusların Ukrayna’yı işgal etmeleri üzerine savaşın yıkımından kaçarak ülkerini terkeden Ukrayna’lıların Batı’da karşılanma biçimi ile, Suriyelilerin veya diğer Batı uygarlığının dışındaki göçmenlerin karşılanma biçimleri arkasındaki ürpertici fark, çıkarları belirleyen şeyin kültürel aidiyet biçimleri olduğunu gösteriyor.

Sadece göçmenlere takınılan tavırda değil, dünyanın çeşitli coğrafyalarında yaşanan sorunlarda, savaşlarda, katliamlarda takınılan tavırlarda da kültürel aidiyet biçimleri üzerinden geliştirilen ayrımcı, ötekileştirici, değersizleştirici yaklaşımları açıkça görüyoruz.

“KÖTÜ ÖTEKİ” ÜZERİNDEN TEHDİT ALGISI, KİMLİK İNŞASI VE “BÜYÜK DOĞU”NUN SESSİZ YÜKSELİŞİ

Kaldı ki, NATO’nun kendisi, bir öteki, bir tehdit, bir düşman fikri ve algısı inşası üzerine varlığını meşrulaştırıyor. Tıpkı Batılıların kendi kimliklerini, öteki, üstelik de “kötü öteki” üzerinden inşa etmeleri gibi.

Bir düşman fikri ve algısı var NATO’yu meşrûlaştıran: Soğuk Savaş döneminde Komünizm; Soğuk Savaş’ın hemen sonrasında, 1990’lardan itibaren terörizm kılıfı uydurularak ve vekâlet savaşlarıyla dışarıdan, postmodern algı savaşlarıyla da içeriden savaşılan İslâm; şimdi de buna Rusya ilâve edildi, ilerde Çin de ilâve edilecek.

Önümüzdeki süreçte, Çin, Hint ve İslâm ittifakı veya bloğu doğmaması için her tür önlem alınıyor (siz bunu “her tür şeytanlık yapılıyor,” diye de okuyabilirsiniz).

Çin, böylesi bir ortamda, Doğu Türkistan’daki müslümanlara neden bu kadar zulmeder sorusu, cevabı verilmesi gereken stratejik önemi büyük bir soru.

Hindistan’daki Müslüman katliamına, Müslümanları kitleler hâlinde Hindistan’dan sürmek için bütün Hindistan genelinde Müslümanlara karşı estirilen terör havasına ama dünyanın buna seyirci kalmasına ne demeli?

Önümüzdeki süreçte, yani 50 ilâ 100 yıllık bir orta ve uzun vadede, Batı dünyasına karşı Çin, Hindistan, Rusya ve İslâm dünyası stratejik önceliklerini ve çıkarlarını birleştirecekler, birlikte hareket edecekler. Başka türlü Batı dünyasının hegemonyasını kırmak zordur.

Türkiye, burada kilit rol oynayacaktır. Madrid’deki NATO zirvesi bunu bir kez daha ispat etti.

Küresel sistemin lordları, bu gelecek ittifakı gördükleri için Huntington’a “medeniyetler çatışması” tezini yazdırdılar (önce makale, sonra kitap olarak).

Eninde sonunda Batı blokuna karşı Doğu’da Çin, Rusya, Hindistan ve (başını Türkiye’nin çekeceği) İslâm bloğu oluşacak.

Bunu gördü küresel sistemin lordları. Ve bunun gerçekleşmemesi için önlemler alıyorlar Soğuk Savaş’tan sonraki dönemde önce İslâm dünyasını dize getirmeye çalışarak, şimdi de Rusya’ya diz çöktürme savaşına soyunarak.

Bu arada Hindistan’ın ve Çin’in İslâm’la ilişkilerini olabildiği kadar bozarak bu ittifakı daha doğmadan boğmak istiyorlar. Hintliler, buna teşneler zaten. Çinliler de bir şekilde.

Ama kimsenin görmediği, belki de görmek istemediği yakıcı gerçek şu: Hindistan’daki İslâm düşmanlığını, İslâm’a ve Müslümanlara karşı savaşı harlayanlar, hazırlayanlar, kışkırtanlar İngilizler. Benzer bir hikâyenin Çin’de de olabileceğini tahmin ediyorum ama bu konuda somut veriye ihtiyacımız var: Çin’den somut, güvenilir bilgi almak çok zor bu bağlamda.

TÜRKİYE’NİN NATO’DAKİ YERİ: KONTROLLÜ DÜŞMANLIK İTTİFAKI

Türkiye, NATO içinde, NATO’nun en eski üyelerinden. Türkiye’nin NATO’ya alınmasının temel nedeni, “ileri karakol” olarak şiddetle ihtiyaç duyulmasıydı Türkiye’ye.

Yoksa, Türkiye, NATO›ya alınmadı tam olarak, NATO üyesi bir ülke olarak içlerine sindirilemedi Batılılar tarafından. Hem NATO üyesi yani Batı ittifakının güya “müttefiki” oldu hem de azılı ama elbette örtük düşmanı oldu, hem bütün darbeleri NATO planladı Türkiye’de hem de Türkiye’yi parçalayacak terör örgütlerini NATO örgütlüyor ve silahlandırıyor!

Bu nasıl bir müttefiklik peki?

Bunun teorik, zihin açıcı bir tanımı, kavramsallaştırması yapıldığında şöyle bir şey söylenebilir: İki taraf da birbirinin düşmanlıklarını ittifaklık manzarası inşa ederek kontrol altına almak istiyor. Yani NATO ile Türkiye arasındaki ittifak, aslâ dostluk ittifakı değil, “kontrollü düşmanlık ittifakı”.

Bu iki tarafın da işine geliyor ama sadece şimdilik, bir süreliğine. NATO, Türkiye’yi NATO’da tutarak bir yere, başka bir yöne kaymasını, kendi İslâmî yörüngesini oluşturmaya kalkışmasını önlüyor. Türkiye ise NATO’da kalarak, NATO’nun açık hedefi hâline kalmaktan kurtulmuş oluyor. Dedim, ama Türkiye, NATO’nun darbeleri yaptığını, terörü desteklediğini biliyor; NATO da Türkiye’nin bildiğini biliyor.

Özetle… Biz NATO’ya yok olmamak için girdik. Ama yeri ve zamanı gelince de yok olmamak ve yeni bir dünya kurmak için çıkacağız… Çilemizi dolduruyoruz, oluş ve varoluş çilemizi…

Vesselâm.

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar