Serdar ARSEVEN

Serdar ARSEVEN

Mail: [email protected]

"Daş düşebilü, ayu çıkabülü"

"Daş düşebilü, ayu çıkabülü"

Ekranlarda bağırıp çağıran, birbirlerine saldıran, ellerine geçeni fırlatan manyak manyak tipler…

Bakışlarından kızgınlık okunan, sürekli olarak boşanmadan, boşatmadan, DNA testlerinden, cinayetten, şiddetten bahseden birileri…

Milyonda bir ailede görülmeyecek çirkin “akraba” ilişkileri, tekrarlamaya hicap duyacağımız kadar pis mevzular…

Bu pis mevzuların, “alt yazılarla” iyice öne çıkartılması…

Akşamları yerli merli diziler; kahir ekseriyetinde rezaletin bini bir para; oralarda da ev içi, akrabalar arası çarpık ilişkiler…

Özellikle çocukları ve gençleri, son derece lüks, şatafatlı, vurdum duymaz hayatlara, alabildiğine israfa, serseriliğe özendiren manzaralar…

Hani, şimdilerde asgari ücretli, hatta iki asgari ücretli bir genç için, para biriktirip “teneke” kıvamlı “malûm” otomobillerden almak bile çok çok zor hale geldi ya…

“yerli merli” dizilerdeki otomobiller hayranlık uyandırmayacak gibi değil ve hepsinde de birer tane var…

Piyasa değerleri üç beş milyon (eski parayla üç beş trilyon) lirayı aşan ne otomobiller!

Bir de malîkâneler, “saray” gibi, mutlaka Boğaz’a tam dibinden ya da biraz yukarıdan bakıyor; İstanbul’un bütün güzellikleri ayaklarının altında…

Sadece hane reislerinin değil, hanenin veletlerinin bile böyle “lüks otomobilleri, malikâne kıvamlı konutları” var…

Bunları izleyen işsiz ya da asgari ücretli genç, (hadi emeklileri bir tarafa bırakın, onlar zaten mühim değil, unlarını elemiş eleklerine de asmış durumdalar ya!) bunlara nasıl özenmez?

Nasıl “Ah lan kavanoz dipli dünya, ah feleeek felek; kimine kavun yedirir kimine kelek!” demez…

Nasıl kalbindeki “her şeye muhalefeti” bileye bileye (ya da bileyleye bileyleye) dokunduğunu kesecek kıvama getirmez!..

Biz böyle deyince birilerinden itiraf:

Ama efendim, böyle lüks, şatafat içinde yaşayanlar yok mu bu toplumda?”

Vardır elbet ama onun bin katı, yüzbin katı “mütevazı” şartlarda yaşayanlar, ayın sonunu nasıl getireceğini ince ince hesaplayanlar vardır.

Madem toplumda olan biten yansıtılıyor, bu mütevazı hayatlar niçin pek temsil edilmiyor yerli merli dizilirde?

Niçin sürekli olarak gerilim üretiliyor bilhassa bazı sabah programlarında?

Birileri insanımızı kıskançlıktan çatlatmak, iyice delirtmek mi istiyor yoksa?

Birileri, organize, sistematik şekilde toplumumuzu çökertmek mi istiyor?

Devletimizin yöneticilerinden böyle bir amacın güdüldüğüne ve kimin ne yapmak istediğinin pekalâ farkında olunduğuna dair gayet şık açıklamalar geldiği oluyor ara sıra ama, bu düzen değişmiyor.

Kimse bu mevzulara dokunmuyor!..

*

Kafanı nereye çevirsen aynı manzara…

Öfkeden kabarmış suratlarla ya da insanı çıldırtan alaycı, tehditkâr bakışlarla her gün arz-ı endam eden politikacıların halleri de kafa bozuyor.

Çocuklar, gençler bizi emsal alacak…

Yarın öbürgün, teyzelerinin amcalarının geldikleri yerlere geldiklerinde topluma nasıl hitap edeceklerini şimdilerde öğrenecek…

Ne güzel de örnek oluyoruz çocuklarımıza, gençlerimize!

Geçenlerde bir politikacı stüdyoya gelen adamlarına, bir gazeteciyi dövdürtmüştü malûm…

Dayak görüntüleri gırla; ağız, burun, kafa ne varsa patlatılıyor çocuklara, gençlere mesaj veren mevkilerde.

*

Bir de taciz, tecavüz haberleri…

Her kesim karşı tarafa buralardan vurmaya çalışıyor; bu türden pis mevzular, toplumun her kesiminde varmış ve normal karşılanıyormuş gibi bir hava oluşturuluyor…

İş sonunda “Sizin taraftaki tacizin yanında bizde olanın esamesi okunmaz!” noktasına geliyor.

Yarışın, rekabetin geldiği düzeye bakın siz!..

*

Pek yakından takip etmem ama futbol dünyası da öyle bugünlerde.

İnanılması zor, fahiş hakem hataları birbiri ardına geliyor…

VAR odası kayıtları tartışılıyor.

Kimi futbol yorumcuları, çok vahim haksızlıkların yapıldığını, “hata”dan öte işlerin döndüğünü söylüyor.

Kulüp taraftarlarının moralleri bozuluyor, psikolojileri alt üst ediliyor!

*

İnsanoğluna kimi vakitler “karamsarlık” havası hâkim olur.

Bende de olur bu hal ve her seferinde “Acaba ben mi böyleyim, yoksa toplumda böyle bir hava mı var?” diye kontrol ederim.

Bugünlerde işsizden asgari ücretliye, emekliden memura, işçiden çiftçiye, çalışandan patrona kimi tanıyorsam ruh halini soruyorum.

Farklı siyasi görüşlerde olan vatan evlâtlarına soruyorum.

Hemen hepsi sıkıntılardan bahsediyor, bir dokunuşa bin ah ile karşılık veriyorlar.

Bakıyorum; kimilerinin durumları gerçekten sıkıntılı, kimilerinin ise öyle büyütecek kadar mühim sıkıntıları yok.

Lâkin hemen hepsi içinde bulundukları durumdan şikâyetçi.

*

Psikolojilerimiz iyice bozuluyor…

Özellikle evlere kapatıldığımız o “plandemi” günlerinden bu yana, her geçen gün daha fazla sıkılıyor ruhlarımız.

Ben hiç rastlamadım ama…

Bizim Kastamonu’nun dağlarında , “Daş düşebilü, ayu çıkabülü” yazılı ikaz levhalarının olduğu söylenir.

Başımıza taş mı düşecek, karşımıza ayı mı çıkacak diye yaşayıp gidiyoruz işte!..

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar