Serdar ARSEVEN

Serdar ARSEVEN

Mail: [email protected]

"Eskiden kıskanmak vardı!"

Bir video.

Hanımefendi, “Sokaklardaki aşırı açık saçıklık hakkında ne düşündüğü” sorusuna şöyle karşılık veriyor:

“Çok çirkin ve itici geliyor bazıları. Özellikle evliler. Evli erkeklerin eşlerini ‘açık saçık” gezdirmelerini benim aklım fikrim almıyor. Erkekte eskiden utanma vardı. Karısını kıskanırdı. Bu adamlar ne yediler de, bu duruma geldiler, onu da anlamış değilim! Yani kadın olarak ben utanıyorum erkeklerin adına. Karısı ne kadar açıksa, adam o kadar gurur duyuyor. Ben bundan bir şey anlamadım.”

Muhtereme Canan Sabancı’nın söyledikleri çok çarpıcı değil mi?

Video’da Hanımefendi’nin “Buradan genç kızlarımıza tavsiyeniz olacak mı?” sorusuna verdiği karşılık da yer alıyor:

“Genç kızlarımız zaten geleceğin anneleri. Yarın olacağı da bu, aynı o şekilde olacaklar. Ben de açık bir bayanım, fakat açıklığın da bir ölçüsü var!”

Evet..

“Ölçülü olmak” meselesine geldik böylece.

“Ben de açık bir bayanım fakat açıklığın da bir ölçüsü var!”

Sınırlarını bilmek.

Ölçülü olmak.

Bizim çocukluğumuzda, yaşlı hanımlar genellikle “geleneksel” başörtülü, orta yaşlı ve genç hanımlar başörtüsüz idi.

“Tesettür giyim” dediğimiz yeni yeni görünür oluyordu cadde ve sokaklarda.

Ya da, biz çok görünür olduğu semtlere gitmiyorduk.

Bizim büyütüldüğümüz semtlerde, “açık”lar, yani başları örtülü olmayanlar “sınırlara” dikkat ederlerdi.

O vakitler komşuluk vardı.

Karşılıklı ev ziyaretlerine gidilirdi.

Aileleri rahatsız edecek görüntüler olmazdı.

“Aile ziyaretleri” işte.

Her şey ölçülü.

Öncelikle hal hatır sorulur…

İkramlar sunulur.

Güzel sohbetler olur.

Rahatsız edici görüntüler, olmaz.

Olursa ayıp karşılanır.

O eve bir daha pek gidilmez.

Bir zamanlar maziye bak!

x

Biz böyle dert yanınca…

Kimileri der ki,

“İsteyen istediğini yapar, istediği kadar açılır, sana ne!”

Bunu söyleyene…

“İstediği kadar mı, iyi düşününüz lütfen?” sorusunu yönelttiğinizde ise…

Eğer, sorunun gittiği yeri anlayabilmişse…

“Elbette, o kadar da değil, elbette bir sınır olacak!” karşılığını alırsınız…

X

Peki bu sınır nasıl tespit edilecek?

Neye göre?

TCK 225, “Hayâsızca Hareketler”e dair.

Hayâ, “utanmak” demek.

Hayâsızlık ise , “utanmazlık”!

“Hayâsızca Hareketler”e dair madde metninde,

“Toplumun sahip bulunduğu ortak edep, ar ve hayâ duygularının, edep törelerinin ihlâli, incitilmesi ve her ne suretle olursa olsun edep ve ahlâk temizliğine alenen saldırı niteliği taşıyan hareket, tutum ve davranışlar” suç olarak nitelendiriliyor.

Suç.

Yani ortalıkta öyle istediğiniz gibi dolaşamazsınız!..

Sınır neymiş?

Kanuna göre, toplumun sahip bulunduğu ortak edep, ar ve haya duyguları…

Demek ki, bu ortak duygular aşındırılırsa, sınırlar geriye geriye gider…

Taaa ki…

Bilinmez ki…

Nereye kadar!

X

Yukarıda sözlerini naklettiğimiz Hanımefendi, “toplumun sahip bulunduğu” duygulara işaret ederken, gençliğinin mahallelerini, sokaklarını, caddelerini esas almış…

Bugün ise çok farklı bir tablo var ortada.

Birçok televizyon kanalının, oralardaki aralarında “yerli”lerin de olduğu birçok filmin, programın teşvik ettiği bir tablo.

Ve tabii, sosyal medyanın teşvik ettiği…

Daha da vahimi, toplumun da olan biteni gittikçe daha fazla kanıksadığı ortamda…

İş, “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!” noktasına her geçen gün biraz daha yaklaşıyor.

Olan bitene tepki gösterenlerin sayısı da gün geçtikçe azalıyor!

x

Bu gidişâttan rahatsızlık duyan Hanımefendi ve bendeniz de…

Böyle…

Dert yanıp duruyoruz işte!

Birileri de…

Tepeden baka baka,

“Kimin ne kadar açıldığından, saçıldığından size ne!” diyor.

Öyle ya…

Bize ne!..

Toplumun sahip bulunduğu duyguların erozyona uğramasından da bize ne!

Boş boş konuşuyoruz işte!

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar