Serdar ARSEVEN

Serdar ARSEVEN

Mail: [email protected]

"Fayda vermeyen ilimden, ürpermeyen kalpten…"

"Fayda vermeyen ilimden, ürpermeyen kalpten…"

Seyahat için gemiye binen Dilbilgisi Âlimi, gemiciyle sohbet ederken, biraz da mağdur bir eda ile sorular yöneltmeye başlar.

Gemici, sorulara “bilmiyorum” diye karşılık verince de…

“Yazık sana ki, ömrünün yarısını ziyân etmişsin, bu yaşa gelmişsin, daha bunları öğrenememişsin!” der.

Karşısındakinin alaycı tavrının üzdüğü gemici, cevap vermek yerine  “susmayı” tercih eder.

Müsaade isteyip işinin başına döner.

Bir vakit sonra...

Şiddetli bir fırtına çıkar.

Gemi müthiş bir girdabın içinde kalır.

“Dilbilgisi Âlimi”nin “bilgisizliğinden” dolayı küçümsediği, biraz da alaya aldığı gemici “Ey Üstad!” der kendisine:

“Yüzme bilir misiniz?””

Titrek sesiyle,

“Yok, hayır, pek bilmem” diye cevap verince Âlim…

Der ki gemici,

“Sorularınıza cevap veremediğim için yarı ömrümün mahvolduğunu söylemiştiniz. Şimdi de sizin bütün ömrünüz mahvolmuş mu oluyor? Zira, gemimizin bu girdaptan kurtulma imkânı yoktur!..”

*

Bu kıssadan hisse ile anlatılmak istenen ne?

Muhterem Osman Nuri Topbaş Hocamız şöyle izah ediyor:

“Fânî vücut gemisi ölüm girdabında çırpınırken, yani dünyaya büyük vedâ ânı olan ecel yaklaşınca; asıl ihtiyaca cevap vermeyen, yaşanmayan, irfâna dönüşmeyen, ruhsuz, kuru ve sırf nefsin rahatına hitab eden bilgiler fayda vermeyecektir.

İlm-i nâfî olgunluğundan mahrum bir kimse, faraza hukuk tahsili gördükten sonra, hak ve adâlet tevzî edeceği yerde bir cellat; tıp tahsili yapmış bir kimse de şifâ dağıtacağı yerde bir insan kasabı kesilebilir. İlmî kabiliyetine rağmen, merhamet ve muhabbetten mahrum bir âmir ise emri altındakilere yalnız zehir saçar!

Böyle kimseler; bir cahilin cehâletiyle yapamayacağı zararın daha beterini, ilmi kendi menfaatine âlet ederek kolaylıkla irtikâb edebilirler.

Gerçekten, insanı gurur ve kibre sevk eden, sonunda da helâk girdabında boğan bir ilim; zâhiren güzel ve faydalı şeylerden ibaret olsa bile hakikatte vebâlden başka nedir ki? Bunun için Allah Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, Cenâb-ı Hak’tan ilmi dâimâ bu istikamette talep etmiş ve şu niyazda bulunmuştur:

‘Allâh’ım! Fayda vermeyen ilimden, ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten ve kabul edilmeyen duâdan Sana sığınırım!..

Buna göre ilim, hikmette derinleşmektir. Muammâyı çözmektir. Her şeyde mevcut Cenâb-ı Hakk’ın mesajını alabilmektir. Meselâ tıp bilgisi, Allâh’ın vücuda yerleştirdiği muazzam kâidelerle ilgilenir. Ancak bu ilgide kalmayıp bir adım öteye gitmeli ve vücuttaki kâidelerde meknuz ilâhî sanatı görebilmelidir.

Çünkü ilim, seyretmek değil, sırları çözmektir!..

                            DESİNLER DİYE!

İlmin en öz gayesi; önce Allâh’ı bilmek, sonra da dünya ve âhiret saâdeti için lüzumlu olan bilgileri devşirerek iki âlemde kurtuluşa ermektir. Aksi hâlde ilim, sırat üstünden bizi cehenneme yuvarlayacak bir çelme hâline gelir.

Hadîs-i Şerifte buyrulur:

“Kıyâmet günü ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur’ân okumuş bir kişi huzûra getirilir. Allah Teâlâ ona verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Ona;

–Peki bu nimetlere karşılık ne yaptın?, diye sorar.

O ise;

–İlim öğrendim, öğrettim ve Sen’in rızân için Kur’ân okudum., cevabını verir.

Cenâb-ı Hak;

–Yalan söylüyorsun. Sen, âlim desinler diye ilim öğrendin, ne güzel okuyor desinler diye Kur’ân okudun., buyurur. Sonra emrolunur, o da yüzüstü cehenneme atılır.” (Müslim, İmâre, 152)

Bir başka hadîs-i şerifte de Allah Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- şöyle buyurmuşlardır:

‘Kim ilmini artırır da (ona müsâvî olarak) dünyada zühd ü takvâsını artırmazsa, (o ancak) Allâh’a olan uzaklığını artırmıştır…’

Şuna dikkat edilmelidir ki;  kalbe erişmeyen bilgi, irfâna dönüşmez.

İrfandan mahrum bir bilgi ise sahibini dalâlete sürükleyebilir.

Mânevî duygular ve fazîletlerle teçhiz edilemeyen insan, sürekli kötülüğü emreden nefsinin kaba kuvvetine terk edilmiş olur.”

 

*

Muhterem Osman Nuri Topbaş Hocamız ne güzel ortaya koymuş değil mi, ilim-ihlâs bağını…

Mesele içinde mesele…

Şöyle bir kenara çekilebilsek…

Kalbimizle başbaşa kalabilsek ve muhasebemizi yapabilsek…

Ferhat Kardaş adlı bir genç düşünürden okudum…

Diyor ki,

“Güzel kitaplardan, güzel insanlardan, güzel meşguliyetlerden bize iyi gelecek korunaklı bir sığınma alanı inşa etmeli ve dünyanın gürültüsü, kıyıcılığı, aldatıcılığı çoğalıp ruhumuzu boğmaya başladığında nefes almak ve şifa bulmak için oraya sığınmalı.”

*

 

İşe, Kur’an-ı Kerim’i “akıl ve kalple” okumaktan başlamalı.

Muhterem Osman Nuri Topbaş Hocamızın güzel duası ile bitirelim mi:

Ey Rabbimiz! Bizleri dâimâ faydalı ilimler ile rızıklandır! Faydası olmayan her türlü ilmin şerrinden muhafaza et!.. Allâh’ım, ilmimizi irfâna dönüştür! Neslimizi gerçek ilim ve irfan ile kendi kültür potasında eğitmeyi ve geleceğimize yüksek şahsiyetler armağan edebilmeyi nasîb eyle!..”

*

Âmîn

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar