Serdar ARSEVEN

Serdar ARSEVEN

Mail: [email protected]

Gençlerimiz geçmişi bilmiyor "Mu?" acaba?

Gençlerimiz geçmişi bilmiyor "Mu?" acaba?

Birçok yaşlımız, en bilmiş hallerini takınarak gençliğin “dün ile bugünü kıyaslamaktan aciz olduğunu” söylüyor.

Zamanında bize de böyle yaptılar.

Biz gençleri,  “akıllı olmaya” dâvet eden büyüklerimiz ve daha çok da onların büyükleri, memleketi hep birlikte 12 Eylül darbesine sürüklediler!..

Zeytinyağı, tereyağı zengini ülkemizi, “margarinlerle” zehirleten ve zehirleyen de o büyüklerimiz ve onların büyükleriydi..

Eğitimi “fullbright zihniyeti”ne mecbur ve de mahkûm eden bugünkü gençlik mi yani?..

*

Yazıya böyle girdim ya…

“Büyük”lerden bazılarının,

“Bize haksızlık ediyorsunuz, bütün büyükler öyle değildi ki!” dediklerini duyar gibi oluyorum.

Elbette…

O zaman, bugünün bütün gençlerinin  “öyle” olmadığını da kabul ediniz ve lütfen  koca bir gençliği batının “zik zak” çizen ruh hâlinden mülhem “Z” harfine yerleştirmeyiniz!..

Biz genç iken, bizden öncekilerin yaptıklarının sorumlusu değildik.

Bugünkü gençlik de bizim yaptıklarımızın sorumlusu değil!..

“Yaşlı kahvesi” kıvamındaki ortamlardan biraz çıkıp da, gençlerin dünyasına girdiğinizde aramızda öyle “dağlar kadar” fark olmadığını görüyorsunuz.

Şöyle bir geriye gideyim:

Bizim çocukluk ve ilk gençlik çağlarımızda, şehirler arasında “klimalı” 302 otobüsler revaçtaydı.

Hiç unutmam;

Otobüslerden birinin kliması çalışmıyor diye şikâyetçi olduğumuzda, elindeki sigarasıyla ortamı zehirleyen koca koca adamlar, “Bir vakitler İstanbul Ankara yolu 30 saat sürerdi. Şimdiki gençler o günleri nereden bilecek, ondan şikayet bundan şikâyet!” yollu lâflar etmişlerdi.

O günlerde Süleyman Demirel’in politikalarını eleştirdiğimizde, “abi”lerden bazıları, bizi “geçmişi bilmezlikle suçlar” ve dediğimize, diyeceğimize pişman ederlerdi.

Bülent Ecevit de işin bir başka tarafındaydı ve renksiz televizyonun renksiz dünyasından “liderler” arasındaki atışmalar izlenirdi.

Zamanın gazeteleri, bu atışmaları alevlendirerek verir…

Yukarısının kavgalarını aşağıdakiler de, “taraftarlar” olarak kendi aralarında devam ettirirdi..

“Yok aslında birbirlerinden farkları” diyerek “Büyük Oyun”u gözler önüne seren “gerçek aydınların” tespitleri de bu gürültüde duyulmaz olurdu.

Ben, taaa günlerde, “Bunlar birbirlerini yerken malı Amerikalılar, Ruslar götürüyor!” derdim ve şükürler olsun, annesiz babasız büyüdüğün İstanbul’da “güdümlü” kavgaların hiçbirine yaklaşmadım.

Birbirlerini boğazlayan tarafların peşindeki arkadaşlarım o günlerde beni, “duyarsız olmakla” itham ederlerdi.

Onlardan bazılarına yıllar sonra rastladım…

“Her şeyi, her güzelliği, her kıymeti, her kavramı alabildiğine kullandılar ve bizi mahvettiler!” diyenleri gördüm.

O gün bizi Allah korudu, yatmadan okumayı gelenek haline getirdiğimiz “Üç ihlas, bir Fatiha”nın bereketi olsa gerek.

Şükür.

*

O günkü ve bugünkü gençliğin bilinç düzeylerini kıyasladığımda öyle çok ciddi farklar görmediğimi ifade etmek isterim yazının bu son fasıllarında.

“Sosyal medya” gençliğimizin gözünü kör etmiş değil.

Elbette, sele kapılıp gidenler oluyor.

Bizim dönemimizde de olmuştu, hem de dünya kadar.

Bugün, öne çıkartılan bazı olumsuz görüntülerden hareketle koca bir gençliği “damgalamak” çok çok yanlış bir tavır olur.

Otuzuna kadar, saçma sapan “eğitim yapıları” ve  “modellerine” mahkûm ettiğimiz, kabiliyetlerini törpülemek için elimizden geleni yaptığımız gençliğimiz, bugün karşımızda hak ettiğimizden çok daha fazlası olarak duruyor.

Şükürler olsun, gençlerimizin çoğu, bizim kendilerine gösterdiğimiz sevgi ve saygının çok daha büyüklerini sunuyor bizlere.

Onları anlamaya çalışmak bizim vazifemiz.

“Belirsizliğin” insanı nasıl yıprattığını hiç şüphesiz hepimiz çok iyi biliriz.

Bugünün gençliği de müthiş bir “belirsizlik girdabı”nın içinde yaşıyor.

Çoğu, üniversiteyi bitirdiğinde alacağı diplomanın ne işe yarayacağını bilemiyor.

Bu hayat pahallılığında,  nasıl yuva kurabileceğini, o yuvayı idame ettirmek için gerekli olan geliri nasıl elde edeceğini bilemiyor.

Üniversiteyi bitirmiş olan gençlerin çoğu, birçok alandaki “mezun bolluğu”ndan dolayı iş bulmakta güçlük çekiyor.

Gençlerin kahir ekseriyetinin “devlete kapak atmaya çalışması”nı neyle izah edersiniz?..

İşte bu pandemi, daha doğrusu plândemi döneminde devlet memurlarımız maaşlarını alıyor, özel sektörün özellikle “küçükleri” yaşam mücadelesi veriyor.

Milletvekillerimizin de sıkıntısı yok “şükür”, maaşları gayet düzenli ve güzel bir şekilde artıyor.

Bazı vatandaşlarımız, “plandemi” sıkıntısının uzağında kalırken…

Çoğu insanımız, “Yarın işsiz kalır mıyım?” endişesi, belirsizliği yaşıyor.

Siyasette de büyük bir belirsizlik var.

Bir tarafta, “Onlar gelirse hepimizi yakarlar” diyenler ve diğer tarafta da, “Esas biz gelmezsek onlar hepimizi yakar!” diyenler!..

Zannedilmeye ki gençler, bütün tartışmalardan, karşılıklı tehditlerden ve ortamdaki belirsizlikten habersiz bir şekilde yaşıyorlar!..

Büyüklerin gerginliği çocuklara ve gençlere yansımaz mı?..

Büyüklerin “beka” endişesi, çocukları ve gençleri endişelendirmez mi?..

*

Mesele gençliğin bilmezliğinde, anlamazlığında filan değil.

 Gençlik dünü de bugünü de bilmesi gerektiği kadar biliyor.

Onlara çok lâf etmeye hiç gerek yok.

“Güzel Ahlâk” numuneleri olabilirsek bizi severler, bize yakın dururlar.

Bunu “lâfta” bırakırsak, ne bekleyebiliriz ki, çocuklarımızdan ve gençlerimizden!..

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar