Serdar ARSEVEN

Serdar ARSEVEN

Mail: [email protected]

Gençlerimiz yaşlanmasın, yaşlılarımız gençleşsin!..

Gençlerimizi bir an evvel yaşlandırmaya çalışmaktansa, bizim gençleşmeye gayret etmemizde fayda var.

Yoksa…

Allah ömür verir de yaşarsak, çok değil beş yıl sonra…

İyice gerilerde kalmış vatan evlâtları olacağız!

*

Dediklerimi kulak arkası etmeyin lütfen;

 “Gençleşmiş Tecrübe” konuşuyor burada!

*

Bir  genç, kısa sürede benim yaşıma gelemez ama ben bunu yapabilirim.

Ben, gencin şu andaki yaşında oldum ama genç, hiç benim yaşımda olmadı.

Tecrübemi, gence tepeden bakmakta, genci beğenmemekte değil…

“Anlamaya çalışmakta” kullanmalıyım.

Onun için de “genç” olmalıyım.

Bir vakittir, genç insanlarımızla daha çok vakit geçirebilmek, onları yakından tanıyabilmek için vesileler oluşturmaya çalışıyorum.

Bu yaşta “üniversite öğrencisi” olmak bile var, bu vesileler arasında.

Dedim ya, onlar hemen benim yaşıma gelemezler ama ben, hemen onların yaşında olabilirim!

*

Bizler “kuşak çatışması” kavramını kullanmaya bayılıyoruz.

Benim küçüklüğümde, gençliğimde de şöyle denirdi:

“Efendim, kuşak çatışması var. Gençler bizi anlamıyor!”

Gençler bizi anlamıyor.

Oysa, biz gençleri çok anlıyoruz!

Hayır…

Bir sıkıntı varsa, kabahatin büyüğü bizlerdedir!..

Zira, onlar hiç yaşlı olmadı ama biz genç olduk!

Gençken ne yaptıysak, bugün onu görüyoruz!

Şimdiki gençler de öyle düşünsünler lütfen, bugün ne ekiyorlarsa, yarın onu biçecekler!

*

Böyle bakarsak…

“Heeey gidi  heeey!” ile başlayan ve “kahramanlık öykülerimize” bağlanan cümleler kurmayız.

Her dönemi kendi şartları içinde değerlendirir…

Eski” ile “yeni” arasındaki bağlara zarar verecek hâl ve hareketlerden uzak dururuz!

*

Bizde  “farklı fikirlerdeki ve kuşaklardaki” insanlarla ilişkiler genellikle “çatma, çatışma” şeklinde oluyor.

Böyle yapmak, süreçleri bu şekilde götürmek, “dar çevrede” dönemlik itibarlar kazandırıyor gibi görünür ama zaman içinde “yalnızlaşmak” gibi bir tehlikeyi de beraberinde getirir.

İsmini vermek istemediğim çok çok kıymetli bir “Ağabey”im, “Bilirsin” demişti;

“Ben, zaman zaman hislerime kapılarak benim gibi düşünmeyenlerle sert tartışmalara girdim. Yaptıklarımın çok iyi şeyler olduğunu zannediyordum o günlerde, ya da böyle yapmak hoşuma gidiyordu.

‘Bizimkiler’de ‘Helâl, yaşa, var ol!’ diye bol bol gaz verince dozu iyice arttırıyordum

 Lâkin…

 ‘Davetler’ sayesinde farklı kesimlerden insanlarla bir araya gelip, sohbetler etme imkânını bulunca, aramızda birçok ortak noktanın olduğunu gördüm. Yargılayıp hüküm vermeden önce, ‘tanımaya, anlamaya çalışmak’ gerektiğini idrak ettim. Oturduğun yerden yüklendiğin insanla yüz yüze bıkıyorsun. Aranda insani münasebetler gelişiyor. O seni tanımaya başlıyor, sen de onu.

Bir noktadan sonra, aranızda fikir farklılıkları kadar, ortak düşünce alanlarının olduğunu da görüyorsunuz.

Yaşım hayli ilerledi ama şimdi kendimi çok daha genç hissediyorum.

Sözlerim ve ‘inancıma davetlerim’ de, çok daha fazla etkili oluyor.”

 *

Evet, “olgunlaşmak” böyle bir şey.

Bir “yaşlı”nın gençleşmesi, olgunlaştığını mı gösteriyor acaba?..

Öyle olmalı.

Gençleri anlamaya, onların dertlerini dinlemeye, onlarla “arkadaş” olmaya gayret eden her yaşlıda “olgunlaşma” belirtileri görüyorum.

*

Böyle yapanlar hem, genç yaşta olmanın hem de tecrübe sahibi olmanın faydalarından istifade edebiliyorlar.

“Genç bilse, yaşlı yapabilse” sözüne çok itibar edilir.

Bu sözde hakikat payının olduğu da malûmdur.

Lâkin…

 Ben. “genç ile yaşlı birlikte yapabilse” demeyi tercih ediyorum.

Birlikten kuvvet doğmaz mı?

Elbette!..

İnternet çağında iyice “kopuyoruz” maalesef.

Bir de “plandemi” mevzuu çıktı, neredeyse tamamen uzaklaştık birbirimizden.

Mesafeler maalesef gittikçe açılıyor!..

Bunların üzerine, bizim ülkenin sürekli gerilim üreten gündem maddelerini ekleyin…

Her gerilim vasıtası, kesimlerin ve yaş gruplarının birbirlerinden daha da uzaklaşmasına, keskinliklerin daha da artmasına yol açıyor.

Tartışmalar, kavgalar, çekişmeler, hakaretler, iddialar, iftiralar, etiketlemeler nefislere hoş gelebilir, birilerinin “kariyer” ve “maddiyât” plânlamalarına hizmet ediyormuş gibi görünebilir ama…

Bu memleketi ayakta tutan “dayanışma ruhu”na zarar verir.

Her söylediğinizin bir yerlere çekildiği ve en temel ahlâki hassasiyetlerin bile geri plâna itildiği ortamı, uzak bir mesafeden ve  “geniş açıdan” izleyen gençlerin kahir ekseriyeti de…

Birbirlerini yiyip duran yaşlılardan iyice uzaklaşır!..

*

Bunları benim söylediğim kadar açık söylemek küçük hesaplar içinde olanların işlerine gelmez.

Ne var ki, dost olan da gerektiğinde “acı söylemekten” çekinmez!

Yazıyı toparlayalım yavaş yavaş:

Ben, “Şu gençliğin haline bak arkadaş!” yollu söylemlere hiç de sıcak bakmıyorum.

Şunun şurasında, birkaç on yıl evvel biz de “genç” yaşlardaydık.

Ne olmuş, yaşımız biraz ilerlemişse?

Öleceğimiz andan daha önce ya da sonra mı öleceğiz?

Nefeslerimiz artacak ya da azalacak mı?

Genç olabilmek için çok mu geç kaldık?

Hissettiğimiz yaşta olamaz mıyız?

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar