Serdar ARSEVEN

Serdar ARSEVEN

Mail: [email protected]

Her ev bir mescit!

Her ev bir mescit!

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Musa (a.s.) ve kardeşi Harun (a.s.)’a, Mısır’da İsrailoğulları için içerisinde ibadet edebilecekleri evler yapmalarının vahyedildiği belirtilir:

“Musa’ya ve kardeşine; ‘Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın, evlerinizi namazgâh yapın ve namazı hakkıyla eda edin! Ve (ey Musa! Evini bu hale getiren) müminleri müjdele!’ diye vahyettik.” (Yunus 87)

Rabbimiz müminlere evler edinmeyi, evleri birer namazgâh haline çevirmeyi, kendisine kulluğa tahsis edilmiş mescitler haline getirmeyi, orada Müslümanca bir hayat yaşamayı emrediyor.

Günümüzde ailenin “ekonomi ve haz odaklı” olduğu gerçeğinden hareketle “ibadet odaklı aile”ye geçmeyi ciddi mânâda düşünmemiz gerekiyor. Ancak böylece hâkim kültürün yıkıcı etkisinden kurtulup Allah Tealâ’nın ve Peygamberi (s.a.v.)’in emir ve tavsiyeleri doğrultusunda bir hayat yaşamayı mümkün kılabiliriz.

Ancak bu hususta niyet ve gayretin neticesi olarak aile fertlerimiz sadece Allah Tealâ’nın kıblesine yönelecek, sadece O’nun yoluna girecek, sadece O’nun hoşnutluğunu isteyecektir. Ancak niyet ve gayretle evlerimizi, Ayet-i kerimede belirtildiği üzere mescit yapmak mümkün.

İşte evlerini bu hale getiren müminler müjdelenmiştir.

O’nun Evi

Acaba âlemlere rahmet olarak gönderilen o kutlu Peygamber (s.a.v.)’in evi ailesi nasıl tasvir edilebilir, neler söylenebilir?

O mübarek hane, yeryüzünün en muhabbetli hanesi idi.

Geçmiş ve gelecek bütün evlerin en samimisi, en huzurlusu idi.

O mübarek hane nübüvvet evi idi. Meleklerin sık sık ziyaret ettiği, Cibril-i Emin’in vahiy getirdiği ev idi.

Sakinleri Allah Tealâ’nın tertemiz kıldığı Ehl-i Beyt idi. Hanımları müminlerin anneleri ve cennet kadınlarının hanımefendileri idi.

Zira Allah Rasulü (s.a.v.) zarafet, merhamet, şefkat, muhabbet timsali idi.

Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, gayet izzetlidir, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe 128)

Nefsimiz, Keyfimiz ve Gerçeğimiz

 

Efendimiz (s.a.v.) dünyaya ilgilerini şöyle ifade buyurdular:

“Benim, dünya ile ilgim, yolunda giderken bir ağaca rastlayan, öğle vakti dinlenmek için o ağacın gölgesine sığınan, sonra yine yoluna devam eden bir yolcunun ilgisi gibidir.”

O zevk ve keyif içinde yaşamaktan hoşlanmazdı. Esas vazifeyi ihmale sebep olması bakımından, başkalarını da zevklere dalmaktan men ederdi.

Nefsimiz keyfini konforunu, zevkü safayı talep ederken, ruhumuz başka bir şeyi, ötelerin iklimini istiyor. Bedenin keyfi onu mutlu etmiyor. Bunca oyalanmaya rağmen huzur bulmuyor. İnsanlık depresyonda. Anlam kaybı, boşluk ve tatminsizlik hemen herkesin başının derdi. Psikiyatrisler, psikologlar “müşteriye” yetişemiyor.

Huzur el genişliğinde değil, gönül genişliğinde!

Efendimiz (s.a.v.)’in ev ve aile örnekliğinden payımıza düşenlere dönersek:

O’nun terbiyesi altında bulunan annelerimiz yani ezvâc-ı mutahharât, asıl yatırımı bizim gibi bitmez tükenmez taksitlerle eve eşyaya değil, ebedi yurt olan cennete yapıyorlardı. Bu, bütün sahabi efendilerimizin hayat tarzı idi.

Onlar dünyayı kalıcı bir yuva olarak görmemiş, aksine burada bir yolcu olduklarını asla unutmamışlardır. Asıl mutluluğun ahiret evinde olduğunu, dünya evinde ise bu mutluluktan bir hissenin ancak aile efradımızla ibadet ve zikir ile olabileceğini yaşayarak ispat etmişlerdir.

İnsanın tek gayesi dünya, tek hedefi zenginlik olunca, sabrı da şükrü de unutur. Günümüzde olan da budur. Bugün maddi sıkıntıların evlerdeki huzuru mahvetmesi, mutluluğun eşyada, konforda aranıyor olmasından kaynaklanır.

Pek çok kişi çocukluğunda fakir bir aile içinde yaşadığı tadı arar; yokluğa rağmen anne babasının nasıl huzurlu olduğunu hatırlar. Demek ki huzur ve mutluluğun elin geniş olması ile ilgisi yok, gönlün geniş olması ile ilgisi var. Gönül genişliği ise maddi sıkıntı ve dertlere sabredip Allah Tealâ’nın takdir ettiği mevcut nimetlere şükretmek, sabırlı ve kanaatkâr olmak demek.

Allah Tealâ’nın verdiği nimetleri O’nun rızası doğrultusunda kullanmak, bu nimetlerin kulluk yapmak için verildiğini bilmek gerekir. Zenginlik şükür ve çok infak gerektiren gerektiren, fakirlik ise sabır ve rıza gerektiren bir imtihandır.

Esas olan, hangi halde olursak olalım, kul olduğumuzu unutmamak, yüzümüzü daima Rabbimiz’e dönmek ve ibadetlere devam etmektir. Günah ve isyan içimizi zehirleyen, huzurumuzu bozan ve boğan birer karanlıktır. En küçük bir sıkıntıda bile isyan bayrağını çekmek, günah ve haramlarda keyif aramak evlerin huzurunu ve mutluluğunu yıkan zulümdür. Önce kendimize, sonra eşimize çocuğumuza zulüm!”

(Siraceddin Önlüer/ Semerkand Dergisi)

 

Biz Ne Hallerdeyiz!

Politikanın, işimiz gereği dolaşmak mecburiyetinde kaldığımız karanlık odalarından kurtulabildiğimiz vakitlerde, kalbimizdeki kiri pası atmaya çalışıyoruz.

Siraceddin Önlüer gibi mütefekkirlerin yazıları da bize yardımcı oluyor.

Bu sabah, ailelerimizdeki sarsıntılar üzerine tefekkür ederken, karşıma yukarıda geniş özetini verdiğim makale çıktı.

Mütefekkir Önlüer’in Makalesi’nin başlığı “Aile Meselemiz” idi, ben, “Her ev bir mescit”i tercih ettim.

Kur’an ve Sünnet’e değil de, nefsimize uygun ev hayatı, bizi yiyor bitiriyor.

İş hayatımız da böyle; “çağın gereği” diyerek, “demokrasinin gereği” diyerek, “dünya gerçekleri, reel-politik” diyerek…

“Ne olacak canım, sonuçta iş arkadaşım, bunda ne kötülük var ki?” diyerek kılıflar hazırlıyor…

Sonra da o kılıfların içinde kaybolup gidiyoruz!..

“Her ev bir mescit!”

Buradan başlasak işe…

Ve, iş yerlerimizi de…

“Kur’an ve Sünnet’e göre” şekillendirmeye gayret etsek…

*

-Bu devirde bunu yapamayız!..

-Gayret de mi edemeyiz?

-Mesela?

-Evlerimizi birer Mescid’e dönüştüremez miyiz?

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar