Serdar ARSEVEN

Serdar ARSEVEN

Mail: [email protected]

"Huzur İslâmdadır" yazılı arabalar…

"Huzur İslâmdadır" yazılı arabalar…

“O günlerde seçim kampanyaları vardı… Sultanbeyli taraflarındayım. Kocaman kamyonun damperinde çok sayıda örtülü, çarşaflı hanımefendi. Baktım, bir indiler… Müthiş heyecanları vardı. Kapı kapı dolaşıyor, partilerinin zaferi için mücadele ediyorlardı. Bu memlekette böylesine heyecan görülmedi.”

Mustafa Sarıgül’ün Partisi, Türkiye Değişim Partisi’nin yöneticilerinden Mehmet Ali Oğuş, bizim de misafiri olduğumuz Akit TV’deki Derin Kutu adlı programda özetle bunları söyledi.

Bahsettiği, Refah Partisi dönemiydi.

Rahmetli Erbakan Hoca’nın liderliğinde müthiş bir hava yakalanmıştı.

“İman varsa imkân da vardır!” diyerek yoluna devam eden Rahmetli “başarının” üç temel şartına işaret ediyordu:

“Heyecan, heyecan, heyecan!”

Merhum Hoca, ‘sokak arası futbolcularıyla’ kurduğu takımı,  “Süper Lig’de” oynatan Büyük Bir Dâvâ Adamı’ydı.

*

O günlerde, bu “İslami çevrelere” yeni yeni alışmaya başlayan, daha doğrusu alışmaya çalışan bir genç gazeteciydim.

Genç adam heyecan arar.

Ben o heyecanı Refah Partisi’nde bulmuştum.

Müthiş bir hava vardı.

Refah Partisi’nin alandaki varlığı, en koyu muhaliflerinde bile, öfkeyle karışık saygı hissi uyandırıyordu.

O günlerde devam ettiğim Nişantaşı’ndaki İngilizce Kursu’nda, Refah Partisi de sık sık gündeme geliyordu.

İngiltere’de üniversite bitirmiş hanım hocamız, “Refah Partisi hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sorunca, söz alan öğrencilerin çoğu “Çok kötü gelişmeler oluyor, bunlar böyle giderse iktidara gelirler, acayip çalışıyorlar. Günün birinde ülkede türban mecburi olacak!” yollu laflar etmişlerdi.

Ben de bu görüşlere karşı çıkarak, Refah Partisi’nin iktidara gelmesi halinde hak ve özgürlük alanının genişleyeceğini anlatmaya çalışınca, -İngilizce Hocası dahil- hep birlikte tepki göstermişlerdi.

Böyle bir hava vardı .

*

Bugünlerde çoğu arabanın arkasında, “Kemal Atatürk” imzasını görüyorum.

O günlerde, özellikle gariban arabalarının arkasında “Huzur İslam’dadır” yazardı.

Hatta okuyucularımızdan bir hanımefendi, bana “Arabamın arkasına Huzur İslam’dadır yazdırdım. Ertesi sabah bir baktım, boydan boya çizmişler!” demiş ve şöyle devam etmişti:

“Biz zengin insanlar değiliz. Bu arabayı da, ailece uzun yıllar boyunca çalışarak satın alabildik. Böyle çizilmesi elbette canımızı sıktı ama… İnanın, paramparça edeceklerini bilsem, o yazıyı asla silmem!”

O günlerde, ne fedakârlıklar yapıldı.

Hiç unutmam…

Gazetemiz Akit, yüklü bir tazminat cezasına çarptırılmıştı.

Biz kara kara düşünürken, tekerlekli sandalyeyle bir engelli beyefendi gelmişti gazeteye.

Benimle görüşmek istiyormuş.

Buyur ettim.

Çay içerken bir tapu uzattı.

“Bu” dedi,

“Benim tek evimin tapusu. Gazeteye hediye ediyorum, gazetemin yönetimi satsın, borcunu ödesin!”

Böyle nice teklif geldi.

Gazete yönetimi, hepsini teşekkür ederek geri çevirdi.

“Okuyucumuza bedel ödetmeye hakkımız yok!” dedi.

O günlerde, böyle bir ruh vardı tabanda ve tavanda.

Müthiş bir dayanışma.

Refah Partisi yerel yönetimlerde iktidar tecrübesi yaşıyordu.

Bazı Refah Partili belediyelerin kapılarına “Rüşvet alan da veren de mel’undur!” diye yazılmıştı.

Her hafta halk meclisleri toplanıyor…

Vatandaşlar, belediye başkanlarıyla bir araya geliyor…

Basına açık ortamlarda, her şeyi soruyor ve sorguluyordu.

Yıllar, böyle böyle geçti.

Bendeniz orta yaşlara doğru hızla ilerlerken, müthiş heyecan duyuyordum.

Gözümü budaktan esirgemiyor, risk aldıkça alıyordum.

Üzerine gittiğim din düşmanı, yolsuz sıkıntıya düşüyordu.

Bazıları koltukların kaybediyorlardı!

O günlerde, “At izi it izine karıştı!” denmiyordu.

O günlerde, tek vücut gibiydik.

Bu durum eleştirmemize de engel değildi.

“İçeride” bir eksiklik, bir yanlışlık gördüğümüzde ikaz ediyorduk.

Kimi zaman da yazarak ikaz ediyorduk.

İkazlarımız da çoğu vakit yerine ulaşıyordu ve haklı olduğumuza kanaat getirildiğinde gerekli adımlar atılıyordu.

Biz “haksız” eleştiride bulunmuşsak, hatamızı anlıyor ve düzeltme yazısı kaleme alıyorduk.

Böylesine bir “samimiyet” iklimi vardı.

Parti yöneticileri, belediye başkanları, milletvekilleri ile sık sık bir araya geliyor…

Fikir alışverişinde bulunuyorduk.

Duyarlı Medya” toplantılarımız oluyordu.

Farklı gazetelerde çalışan “duyarlı” gazeteciler, periyodik olarak bir araya geliyor, meselelerimizi konuşuyor, ortak tavır belirlemeye çalışıyorduk.

O zaman da “küçük gruplaşmalar” vardı ama, çekişmeler keskin değildi.

Lâf anlatabiliyordunuz…

Sonra sonra…

Sonra sonra…

Bir şeyler oldu…

Ne bileyim; “Bizim Çillerimiz” denilerek bir  hanım öne çıkarıldı, bunun gibi bir şeyler oldu işte…

Sonra sonra…

Farklı simalar, etrafta görünmeye başladı.

Sonra sonra…

28 Şubat darbesi oldu.

Sonra sonra…

Ara dönem koalisyonları kuruldu.

Ekonomi çöktü.

Refah siyasi kararla kapatılmıştı zaten, Fazilet de kapatıldı.

Rahmetli Erbakan Hoca, siyasi yasaklıydı.

Ak Parti o şartlarda kuruldu.

Sayın Erdoğan büyük bir rüzgâr estirdi.

*

O günlerde, parti üst düzey yönetiminden yapan bir Milli Görüşçü ile oturduk.

Durumu değerlendirdik…

Dedi ki, “Bu partinin yükünü Milli Görüşçüler omuzluyor. Riski Milli Görüşçüler alıyor…Liberaller, Anaplılar, DYP’liler, soldan gelenler, şuradan gelenler filan… Zaman içinde kopup giderler. Yine biz kalırız. Sayın Erdoğan’ı yalnız bırakmayan yine biz oluruz!”

*

O günden bu güne…

İşte çok zor günler…

Arabalara bakıyorum.

“Huzur İslamdadır” yazıları ya kalmadı, ya da çok az kaldı.

Birçok arabanın üzerinde başka şeyler yazılı.

Ya da hiçbir şey yazılı değil!

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar