Serdar ARSEVEN

Serdar ARSEVEN

Mail: [email protected]

Kadına Pozitif Ayrımcılık ve Yanlış Hesaplar!..

Kadına Pozitif Ayrımcılık ve Yanlış Hesaplar!..

Evin mutfağını büyük ölçüde kontrol eden, aile ekonomisinin ferahlığını, darlığını en iyi bilebilecek durumda olan “kadın seçmenler” aynı zamanda ekonomik ve siyasi hayatta da gittikçe artan oranda etki sahibi oluyorlar.

Bundan dolayı da, tepkileri, beğenileri siyasiler tarafından “öncelikle” değerlendiriliyor.

Her parti, seçim başarısına ulaşabilmek için “kadın seçmenin”  nabzını sağlıklı bir şekilde tutmaya mecburdur.

*

Uzun yıllardır seçmenin “nabzını” tutmaya çalışan bir gazeteci olarak, “feminist” grupların baskı ve yönlendirmeleriyle ortaya konulan uygulamalarla tavırların,   kadınlarımızın kahir ekseriyeti tarafından beğenilmediğini görüyorum.

Kadınlarımızın kahir ekseriyeti, “Kadın Beyanı Esastır!” zihniyetine tamamen karşı.

Bunu büyük bir adaletsizlik, haksızlık ve zulüm olarak görüyorlar.

Vicdana da, akla da, “evrensel” denilen “hukuk”a da aykırı olan bu bakış açısına tepki gösteren kadınların oranı erkeklerin oranından az değil.

Zira…

“Kadın”ı “erkek”ten kopartıp, “tek başına” bir varlık olarak göremezsiniz.

Kadın, ninedir anneannedir, babaannedir, annedir, bir “koca”nın “karısı”dır, abladır, kardeştir, haladır, teyzedir, yengedir.…

Sağlıklı düşünebilen hiçbir nine torununun, hiçbir ana oğlunun beyanının hiçe sayılmasını, kafadan “haksız” kabul edilmesini istemez!..

Bir hukuki mesele hakkında görüştüğümüz hanımefendi avukat ile bu konuları da konuşurken…

Demişti ki,

“Kadın beyanı esastır, yaklaşıı, hiçbir suçu olmayan erkeğin, sözgelimi taciz gibi berbat bir fiilden  mahkûm olması için yeterli gelebilir.  Bu noktada hâkimlerimiz de zor durumda. Erkeğe iftira atan bir kadının aleyhine karar veren hâkimi, Sosyal Medya Adalet Divanı (!) anında mahkûm edebilir!”

Evet…

Vaziyet üç aşağı yukarı böyle.

Aile içi problemlerde de, kafadan “kadın haklıdır” bakış açısıyla hareket edilebiliyor.

Bu da, hem kadınlarımızın hem de erkeklerimizin kahir ekseriyetini rahatsız ediyor.

Yine…

Şu bir türlü “halledilemeyen” süresiz nafaka işi de, erkeklerimizin yanı sıra kadınlarımızdan da büyük tepki alıyor.

Torunlarının, evlâtlarının, eşlerinin, kardeşlerinin kendileriyle birlikte “süresiz nafaka cezası”na mahkûm edilmelerine, erkeklerin de kadınların da kahir ekseriyeti karşı.

Birçok siyasetçi, “Süresiz nafakaya karşı çıkarsak oy kaybederiz!” diye düşünüyor ama mesele hiç de böyle değil!..

Aksine, “süresiz nafaka” uygulamasına kadınların çoğu karşı çıkıyor!..

*

İstanbul Sözleşmesi’nin “kadına şiddeti önleme” kılıfıyla, ailenin bütün değerlerini, aile içindeki geleneksel görev paylaşımlarını, “klişeleşmiş roller” parantezine aldığını gören kadınlarımızın sayısı da gittikçe artıyor.

Televizyonlardaki “şiddetli geçimsiz kadınların” programlarındaki yönlendirmelere kanarak İstanbul Sözleşmesi’ni “faydalı bir şey” zannedenler, metnin özüne, detaylarına indikçe büyük tuzağı görüyorlar.

Sözü çok da uzatmaya gerek yok:

Medeni Kanunu’muzdaki “Karı-koca”nın yerine “partner” kavramının kullanılması bile “asıl niyeti izaha” yetiyor.

İstiklâl Şâirimiz Merhum Mehmet Akif Ersoy’un “Tek dişi kalmış canavar” diyerek işaret ettiği “Batık”  zihniyetin  “cinsel yönelim” kavramını kullandırtarak,  hangi  “modelleri” yaygınlaştırmaya, meşrulaştırmaya çalıştığını da gittikçe artan sayıda hanımefendi görüyor.

Bunda elbette, bu konuda “farkındalık” meydana getirmeye çalışan aydınlarımızın büyük rolleri oldu.

Sözleşmenin ayrıntılarına gizlenmiş tuzakların teker teker ortaya çıkması ve bilincin gittikçe artması, sesleri çok çıkan feminist-sol oluşumların baskılarını daha da arttırmalarına yol açtı.

 Bunlardan birinin başındaki zat, geçtiğimiz günlerde, “İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkan herkese dava açacağız!” diyerek işi “aleni tehdit” boyutuna vardırdı.

Bu sözleşmeye karşı çıkanları hedef alan karalama kampanyalarına şahitlik ettik.

Sırtlarını PKK’ya dayamışlar için “özgürlük” talep edenler, İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkanları “susturmak” için ellerinden geleni artlarına koymadılar.

“Gürültücü azınlığın” önde gelenleri, siyaseti de baskı altına almayı ihmal etmediler.

Siyasilerin büyük bölümünde, “Bunlara karşı çıkarsak, bu gürültücü azınlık, kadına şiddetten yanaymışız gibi algı meydana getirir. Bize oy kaybettirir!” düşüncesi yerleşti.

Bundan dolayı da, “kadına pozitif ayrımcılık” gibi kulağa hoş giden bir “feminist söyleme” sarılmalar arttı.

Buradaki “kadına pozitif ayrımcılık” yaklaşımı, tıpkı “psikolojik şiddet” gibi bir “belirsizlik” alanını ifade ediyor.

Kadınlarımızın kahir ekseriyeti de, çocuklarından birine “negatif ayrımcılık” yapılmasına karşı çıkıyor.

Yazıyı uzatmayalım.

Meseleye, salt “kadın” ve salt “erkek” zaviyesinden bakanlar ve sesi çok çıkan “feminist-sol”un gazına gelenler, büyük hata yaparlar.

İnsanlar erkek ya da kadın oluşlarına göre kıymet kazanmaz ya da kaybetmezler.

Delikanlılığın erkeği, kadını yoktur.

Adalet, kadın erkek ayrımı yapmaz.

Kadın sadece kadın, erkek de sadece erkek olarak görülemez.

Annelik, babalık, karı kocalık, ev hanımlığı, aile reisliği, anne, abla, baba şefkati, İstanbul Sözleşmesi zihniyetine göre birer “klişeleşmiş rol”dür.

Anadolu insanı için ise, aileyi ve ülkeyi ayakta tutan, bölünmez kılan gerçeklerdir.

“Sessiz azınlığın” gürültüsü, bu gerçeklere dikkat çekenlerin seslerini duyulmaz hale getirse de…

Bilirsiniz:

“Gerçeklerin bir gün mutlaka ortaya çıkmak gibi güzel bir huyu vardır.”
*

Bütün hanımefendilerimize, beyefendilerimize, gençlerimize, çocuklarımıza…

 

“Cinsiyet ayrımı” yapmaksızın selâmlarımı gönderiyorum.Evin mutfağını büyük ölçüde kontrol eden, aile ekonomisinin ferahlığını, darlığını en iyi bilebilecek durumda olan “kadın seçmenler” aynı zamanda ekonomik ve siyasi hayatta da gittikçe artan oranda etki sahibi oluyorlar.

 

Bundan dolayı da, tepkileri, beğenileri siyasiler tarafından “öncelikle” değerlendiriliyor.

Her parti, seçim başarısına ulaşabilmek için “kadın seçmenin”  nabzını sağlıklı bir şekilde tutmaya mecburdur.

*

Uzun yıllardır seçmenin “nabzını” tutmaya çalışan bir gazeteci olarak, “feminist” grupların baskı ve yönlendirmeleriyle ortaya konulan uygulamalarla tavırların,   kadınlarımızın kahir ekseriyeti tarafından beğenilmediğini görüyorum.

Kadınlarımızın kahir ekseriyeti, “Kadın Beyanı Esastır!” zihniyetine tamamen karşı.

Bunu büyük bir adaletsizlik, haksızlık ve zulüm olarak görüyorlar.

Vicdana da, akla da, “evrensel” denilen “hukuk”a da aykırı olan bu bakış açısına tepki gösteren kadınların oranı erkeklerin oranından az değil.

Zira…

“Kadın”ı “erkek”ten kopartıp, “tek başına” bir varlık olarak göremezsiniz.

Kadın, ninedir anneannedir, babaannedir, annedir, bir “koca”nın “karısı”dır, abladır, kardeştir, haladır, teyzedir, yengedir.…

Sağlıklı düşünebilen hiçbir nine torununun, hiçbir ana oğlunun beyanının hiçe sayılmasını, kafadan “haksız” kabul edilmesini istemez!..

Bir hukuki mesele hakkında görüştüğümüz hanımefendi avukat ile bu konuları da konuşurken…

Demişti ki,

“Kadın beyanı esastır, yaklaşıı, hiçbir suçu olmayan erkeğin, sözgelimi taciz gibi berbat bir fiilden  mahkûm olması için yeterli gelebilir.  Bu noktada hâkimlerimiz de zor durumda. Erkeğe iftira atan bir kadının aleyhine karar veren hâkimi, Sosyal Medya Adalet Divanı (!) anında mahkûm edebilir!”

Evet…

Vaziyet üç aşağı yukarı böyle.

Aile içi problemlerde de, kafadan “kadın haklıdır” bakış açısıyla hareket edilebiliyor.

Bu da, hem kadınlarımızın hem de erkeklerimizin kahir ekseriyetini rahatsız ediyor.

Yine…

Şu bir türlü “halledilemeyen” süresiz nafaka işi de, erkeklerimizin yanı sıra kadınlarımızdan da büyük tepki alıyor.

Torunlarının, evlâtlarının, eşlerinin, kardeşlerinin kendileriyle birlikte “süresiz nafaka cezası”na mahkûm edilmelerine, erkeklerin de kadınların da kahir ekseriyeti karşı.

Birçok siyasetçi, “Süresiz nafakaya karşı çıkarsak oy kaybederiz!” diye düşünüyor ama mesele hiç de böyle değil!..

Aksine, “süresiz nafaka” uygulamasına kadınların çoğu karşı çıkıyor!..

*

İstanbul Sözleşmesi’nin “kadına şiddeti önleme” kılıfıyla, ailenin bütün değerlerini, aile içindeki geleneksel görev paylaşımlarını, “klişeleşmiş roller” parantezine aldığını gören kadınlarımızın sayısı da gittikçe artıyor.

Televizyonlardaki “şiddetli geçimsiz kadınların” programlarındaki yönlendirmelere kanarak İstanbul Sözleşmesi’ni “faydalı bir şey” zannedenler, metnin özüne, detaylarına indikçe büyük tuzağı görüyorlar.

Sözü çok da uzatmaya gerek yok:

Medeni Kanunu’muzdaki “Karı-koca”nın yerine “partner” kavramının kullanılması bile “asıl niyeti izaha” yetiyor.

İstiklâl Şâirimiz Merhum Mehmet Akif Ersoy’un “Tek dişi kalmış canavar” diyerek işaret ettiği “Batık”  zihniyetin  “cinsel yönelim” kavramını kullandırtarak,  hangi  “modelleri” yaygınlaştırmaya, meşrulaştırmaya çalıştığını da gittikçe artan sayıda hanımefendi görüyor.

Bunda elbette, bu konuda “farkındalık” meydana getirmeye çalışan aydınlarımızın büyük rolleri oldu.

Sözleşmenin ayrıntılarına gizlenmiş tuzakların teker teker ortaya çıkması ve bilincin gittikçe artması, sesleri çok çıkan feminist-sol oluşumların baskılarını daha da arttırmalarına yol açtı.

 Bunlardan birinin başındaki zat, geçtiğimiz günlerde, “İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkan herkese dava açacağız!” diyerek işi “aleni tehdit” boyutuna vardırdı.

Bu sözleşmeye karşı çıkanları hedef alan karalama kampanyalarına şahitlik ettik.

Sırtlarını PKK’ya dayamışlar için “özgürlük” talep edenler, İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkanları “susturmak” için ellerinden geleni artlarına koymadılar.

“Gürültücü azınlığın” önde gelenleri, siyaseti de baskı altına almayı ihmal etmediler.

Siyasilerin büyük bölümünde, “Bunlara karşı çıkarsak, bu gürültücü azınlık, kadına şiddetten yanaymışız gibi algı meydana getirir. Bize oy kaybettirir!” düşüncesi yerleşti.

Bundan dolayı da, “kadına pozitif ayrımcılık” gibi kulağa hoş giden bir “feminist söyleme” sarılmalar arttı.

Buradaki “kadına pozitif ayrımcılık” yaklaşımı, tıpkı “psikolojik şiddet” gibi bir “belirsizlik” alanını ifade ediyor.

Kadınlarımızın kahir ekseriyeti de, çocuklarından birine “negatif ayrımcılık” yapılmasına karşı çıkıyor.

Yazıyı uzatmayalım.

Meseleye, salt “kadın” ve salt “erkek” zaviyesinden bakanlar ve sesi çok çıkan “feminist-sol”un gazına gelenler, büyük hata yaparlar.

İnsanlar erkek ya da kadın oluşlarına göre kıymet kazanmaz ya da kaybetmezler.

Delikanlılığın erkeği, kadını yoktur.

Adalet, kadın erkek ayrımı yapmaz.

Kadın sadece kadın, erkek de sadece erkek olarak görülemez.

Annelik, babalık, karı kocalık, ev hanımlığı, aile reisliği, anne, abla, baba şefkati, İstanbul Sözleşmesi zihniyetine göre birer “klişeleşmiş rol”dür.

Anadolu insanı için ise, aileyi ve ülkeyi ayakta tutan, bölünmez kılan gerçeklerdir.

“Sessiz azınlığın” gürültüsü, bu gerçeklere dikkat çekenlerin seslerini duyulmaz hale getirse de…

Bilirsiniz:

“Gerçeklerin bir gün mutlaka ortaya çıkmak gibi güzel bir huyu vardır.”
*

Bütün hanımefendilerimize, beyefendilerimize, gençlerimize, çocuklarımıza…

“Cinsiyet ayrımı” yapmaksızın selâmlarımı gönderiyorum.

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar