Serdar ARSEVEN

Serdar ARSEVEN

Mail: [email protected]

Manevî hastalıklarımız… Sebûiyyet-Canavarlaşma!

Manevî hastalıklarımız… Sebûiyyet-Canavarlaşma!

Manevi hastalıklarımızdan bahis açıldığında…

Bilhassa da, “gençlerin hallerinden şikâyete başlandığında” konu hemen, “okullar”a geliyor.

“Bizdeki eğitim sisteminin ne kadar bozuk olduğundan, çocuklarımıza manevi değerlerimizin verilmediğinden” şikâyet ediyoruz…

Ediyoruz da…

Bebeklerimize, çocuklarımıza “evde” neler veriyoruz, vermemiz gerekenleri verebilmek için kendimizi yetiştirmeye ne kadar gayret ediyoruz, üzerimize düşenlerin ne kadarını yapıyoruz?

Anne- babalar olarak, onların okulda “başarılı” olmaları, yüksek notlar almaları, üniversite imtihanında çok iyi bir yeri “tutturmaları” için elimizden geleni ardımıza koymadığımız ortada.

Çocuğumuz derslerini birkaç gün aksattığında telâş yaptığımız, bu gidişe son vermek için çareler aradığımız da öyle…

Soralım mı nefsimize:

Çocuklarımızın okul başarısı için böylesine büyük “fedakârlıklar” yapan bizler…

Birkaç gün ders aksattıklarında telâşa kapılan bizler…

Mesela…

Namazlarını aksatıp durduklarında ne kadar üzülüyor, dert ediyoruz?

 

 

 

Bizler, fazla “maddeci” olduk, öyle değil mi?

Rakamlar, oranlar, yüzdeler, sayılar esir aldı kalbimizi...

Kadim dostum olarak bildiklerimden biri, milletvekiline övgüler yağdırınca…

“Hayırdır, bu ne hâl?” diye sormuştum.

Cevabı hem samimi, hem de tehlikeliydi:

“Belli mi olur, bakarsın günün birinde işimiz düşer abi!”

*

Madde, ille de madde!..

İnsanlar sahip olduklarını zannettikleri maddelerden ve unvanlardan ibaret.

Görmüşsünüzdür;

Bazıları, arayana “Buyurun Sayın Başkanım” diye hitap ederken, “Bakın beni ne mühim adamlar arıyor!” yollu bakışlar fırlatıyor etrafa.

Bizde bir anda “mühim” mevkilere gelenler ve bir anda kenara itilenler çoktur.

Onların makamdayken nasıl da itibar gördüklerine, kenara itildiklerinde ise nasıl da terk edildiklerine bakmakta fayda var.

Mühim” makama geldiğinizde etrafınıza “beklentisi olanlar” doluşur, övgüler havalarda uçuşur…

Kenara itildiğinizde ise malûm.

Bir arkadaşıma,

Siz Metin Bey misiniz, yoksa Müdür Metin Bey misiniz?” diye sormuştum.

Yani…

“Siz mi öndesiniz, etiketiniz mi?”

*

Birçok sıkıntımız var.

Mesela…

Sosyal medya hesaplarında çokça görüyorum; aile mutluluklarını, hangi restoranlarda neler yiyip içtiklerini, hangi marka arabayı satın aldıklarını, eğlencelerini, düğünlerini paylaşıp duruyorlar…

“Yapma aslanım, göze gelirsiniz cancağızım!”

Yok.

“Manevi boşluk” hastalığından musdarip insanlar, kendilerini rahatlatmanın çaresini “birbirlerine hava atmakta” arıyor olmalılar!

Kimin nazarı değer, kimin nazarı değmez bilemeyiz ama…

Çoğu insan “haset” yüklüdür.

Yapmayın bunu, paylaşmayın, “gösteriş” yapmayın.

Lütfen!

*

Merhum Gazali, “psikolojimizi bozan günahlar” sıralamasında, “Kincilik, gasp, saldırganlık, dövüp sövme, öldürme” gibi olumsuzhis ve hadiselere yer veriyor.

Sebûiyyet”, yani canavarlık, insanın canavarlaşması.

*

“Kin, nefret” gibi olumsuz duygular sahaya hâkim olduğunda “sağduyu”ya yer kalmıyor.

Dahası, “sağduyu” mesajları vermeye çalışanlar hedef haline getiriliyor.

Gücü yeten yetene toplumu oluyoruz.

Söven sövene, döven dövene…

Sebûiyyet”!

 

*

Bebeklerimizin “üniversite sonrası hayatlarını bile plânlayacak kadar” hassas ve de “müşfik” olan bizler, “maneviyata boş ver” diyerek istikametimizi seçmiş oluyoruz aslında.

“Akılcılık” diye diye, akıldan da kopuyor, dünyayı yaşanmaz yer haline getiriyoruz.

Araf Suresi’nin 179. Ayet-i Kerimesi’nde “Onların kalpleri vardır ama idrak etmezler.” buyruluyor.

İdrak (anlamak diyelim), “kalp”in görevi yani…

“Nuranî Akıl” dediğimiz bu.

Bir de “Şeytanî Akıl” var.

Kurtulmamız gereken!

 

O akıl "yön verirse" psikolojimiz asla düzelmez!

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar