Serdar ARSEVEN

Serdar ARSEVEN

Mail: [email protected]

​Mecburi Eğitimi 30 yıla çıkartalım!

Oh be, nihayet bizden başka da gündeme getiren oldu bu meseleyi!

Dün, Habertürk yayınında, Türk Müteahhitler Birliği Başkanı Erdal Eren’e denk geldim.

“Konut fiyatları düşer mi, artar mı?” konulu programda, üzerinde sık sık durmaya çalıştığımız meseleyi gündeme getirdi Sayın Eren.

“Üniversite mezunu mesleksizler ordusu” dediğim mesele.

“Gençlerimizin neredeyse tamamı, liseden sonra üniversiteye gidiyor.

Piyasa harıl harıl eleman arıyor, tabii işi hakkıyla yapabilen eleman arıyor.

Bir kepçe operatörü bulmak dahi çok büyük bir problem haline gelmiş durumda.

Biz ise ne yapıyoruz;

Milyonları üniversitelere yönlendiriyoruz.

Genç oradan mezun oluyor.

Diploma var, meslek yok.

‘Ben üniversite mezunuyum’ diyor, ‘müdür’ olmayı hedefliyor.

Bu memlekette milyonlarca kişiye müdürlük verilemez!..”

Üç aşağı beş yukarı bunları söyledi Sayın Eren.

Ve ardından da…

“Gençlerimizi yaşları çok ilerlemeden meslek eğitimine, mesleğe yönlendirmemiz gerekiyor. Bunun başka yolu yok!” dedi.

Aklın yolu bir.

Biz de, birçok yazımızda,

Eğitimde 12 yıl mecburiyetinin getirilmesine ve üniversitelerin kapısının ardına kadar açılmasına tepkimizi dile getirmiştik…

Memleketin dağına taşına inşa edilen ve çoğu aşağı yukarı “bina”dan ibaret olan üniversitelerin çoğu, evet, “mesleksiz diplomalı” üretiyor.

Üniversitelerden, “kaldırım mühendisleri” çıkıyor.

“Kaldırım” işletmecileri, iktisatçıları, sosyologları…”

Üniversite öğrencilerinin belki “10’da biri” doğru dürüst bir yerde eğitim görüyor.

Biz ise, üniversite öğrencisi sayımızın 10 milyona doğru hızla yol almasıyla övünüyoruz.

Üretim devi Almanya ile “Üniversiteli sayısı bizdekinin üçte biri kadar, bunların da bir halttan anladığı yok canım!” diyerek dalgamızı geçiyoruz…

Her yanımız, çok azı “talebe” niteliğindeki öğrencilerle dolu.

Yani “talep” eden.

Bugünkü öğretmenlerin çoğu da, kısa süre önce öğrenciydi.

Çoğu da talebe değildi!..

Öğreniciydi.

Şimdi de öğretici!..

Öyle bir haldeyiz ki, televizyonlardaki her biri “Aileye Dinamit” niteliğindeki dizilerin “yapımcıları”nın kimler olduğunu, bugüne kadar nerelere “hizmet” ettiğini bile sorgulamıyoruz.

Küçücük bir “google” araştırması bile gelmiyor aklımıza.

Ezbere alışmışız çünkü, “Hocam, dizize buk ne demek!”

Eğitimin süresi uzuyormuş…

Diz ize pensıl!

“Onu bunu boşver de abi, devlete kapağı atacan annadın mı, oh!”

Vah ki vah!

Okul yollarında, okul sıralarında, kantin sıralarında, koridorlarda, hır gürün arasında…

Bütün yıl, 12 yıl, 20 yıl binalarda tutuyoruz milyonları…

Her sene aynı dersler, hayattan kopuk dersler…

Öğrenci süper akıllı, süper zeki, süper çalışkan da olsa…

O 12 yılı, tamamlayacak.

Tek tip eğitim!

Yıl dediğiniz de, çoğu tatil, matil aslında.

Vakit dolduruyoruz..

Sanki vaktimiz çok fazla.

İnsan dediğin kaç yıl yaşıyor, diyelim ki 70 yıl.

Son 10 yılı çık, çoğu hastalık.

Biz kısacık insan ömrünün en güzel 16 yılını, 18 yılını lise üniversite sıralarında tükettiriyoruz.

Ne ahirete, ne dünyaya yarayan bir eğitim keşmekeşi…

Eğitimde sürekli olarak “reformcuklar” yapıyoruz, sürekli olarak bir şeyler deniyoruz.

Sınav isimlerini değişiyor, sınav sistemleri değişiyor, reform yapılacak deniyor, hayır yapılmayacak deniyor…

Sınıfta kalmak yok pardon var, mecburi kıyafet yok pardon var, yardımcı kitaba gerek yok pardon var…

Sonra?

Elde kalan ne?

Sayın Cumhurbaşkanı’nın dert döküşü:

“Birçok alanda başarılı olduk ama eğitimde arzu ettiğimiz başarıyı maalesef yakalayamadık. Nicelikte çok yol aldık, bundan sonra niteliğe ağırlık vermeliyiz.”

Nasıl olacak bu?

Muhafazakâr camia denilenin de, böyle bir talebi yok işin en kötü tarafı!

 

Allah aşkına, eğitim eğitim eğitim diye şikayet edip duran medya organlarında “eğitim muhabiri” yok, “eğitim yazarı” yok!

Bizler de anne babalar olarak çocuklarımızın sınav canavarları olmasını istiyoruz sadece.

Diğer tarafların önemi lafta var da, aslında pek yok!

Camia toptan böyle.

Böyle olunca da…

Bakın bunca milli eğitim bakanı geldi geçti son 22 yılda.

Hiçbirinden memnun olmadık.

Hepsi mi kötüydü yani?

Var bir yerlerde başka başka arızalar demek.

Bugünkü Milli Eğitim Bakanı Sayın Yusuf Tekin Hocamız (Hocamız diyorum, gerçekten de hocamdır) bu işin şüphesiz en ehil isimlerinden.

Bakalım, şimdiki Sayın Bakan da günün birinde görevi devredecek…

Bakalım, kendisi nasıl anılacak yıllar sonra?

Benim gördüğüm o ki…

Sistem, yapı, şartlar, bakanların ayaklarına 50 şer kiloluk yükler bağlıyor ve ondan sonra da “Hadi bakalım, koş!” diyor!

Şimdiki Bakan, aklındakilerin, vizyonundakilerin yüzde birini yapmaya teşebbüs etse gör başına neler gelir!

x

Ha, durun, sevindiğimiz noktalar da var elbette.

Mesela, başörtüsü yasağının kalkmasının yanı sıra meslek eğitimini vuran katsayı haksızlığının da silinip atılmasına uzun yıllardır seviniyoruz…

Lâkin orada kalıyor, ne tesettürün hakkını verebiliyoruz, ne de meslek eğitiminin önündeki katsayı engelinin kalkmasının!

Yazıya, Türk Müteahhitler Birliği Başkanı Erdal Eren’in “Adam çok, iş yapacak adam yok!” muhtevalı değerlendirmeleriyle başlamıştık.

Siz istediğiniz kadar meslek eğitiminde şunu yaptık, bunu yaptık deyin…

Ben piyasaya sorarım.

Piyasada özellikle “ara eleman” sıkıntısı var mı, yok mu?

Bu sıkıntı azalıyor mu, artıyor mu?

Ben kendi alanımdan misal vereyim:

Birçok başvuru oluyor, iletişim fakültelerinden.

“Türkçe bilen” talebe ya da mezun bulmakta çok çok zorlanıyorum!

Geliyor iş görüşmesine, bir şey söylüyorsun.

“Aynen” diye karşılık veriyor.

On dakika en az 10 aynen duyunca…

“Aynen, devam!” diyorsun!

Neyse ki "büyüklerimiz" bu işleri çok iyi biliyorlar...

Bundan dolayı da, liseyi 4, mecburi eğitimi ise 12 yıla çıkarttılar!

Madem “işlevi değil de süresi” mühim eğitimin.

Oldu olacak 30 yıl yapalım şunu da, hep birlikte rahata erelim!

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar