Serdar ARSEVEN

Serdar ARSEVEN

Mail: [email protected]

Mezar ShowRoom!

Mezar ShowRoom!

Hastane, mezarlık, Meclis ve diğer resmi kurumlar.

Vaktimin büyük bölümü buralarda geçiyor.

İlk ikisi kalbimi tamir etmek, diğerleri ise bozmak için ellerinden geleni yapıyor!..

*

Hastanelerin bilhassa “ağır hastaların” bulunduğu kısımlarındaki samimiyet yüreklerinizi ısıtıyor.

Ölümün nefesini enselerinde hisseden hastalar ve yakınları, “Her şeyin başı sağlık, sağlık olmayınca hiçbir şey olmuyor!” derken, geçmişteki “güzel” günlerin kıymetini bilemedikleri için “pişman” olduklarını dile getiriyorlar.

Çok güzel sohbetler oluyor buralarda.

“Diyelim ki, bu hastalıktan tamamen kurtuldunuz. Tam mânâsıyla şifa buldunuz ve kıymetini bilemediğinizi söylediğiniz eski, sağlıklı günlerinize geri döndünüz…

Kafayı yine boş işlere takar mısınız?

Yerli, yersiz endişelerle kendinizi ve etrafınızı tüketir misiniz?

Kalp kırar mısınız?”

*

Çokları, “Asla!” ya benzer cevaplar veriyor bu sorulara…

Peki, amansız bir hastalığa yakalandıktan sonra, Rabbim’in ihsanıyla şifa bulunlar yok mu?

Olmaz mı?

Çok.

Peki onlar, “yeni hayatlarına” nasıl devam etmişler?

Eski vakitlerin vesveselerinden kurtulmuşlar mı?

Dünyaya biraz daha az sarılmışlar mı?

Kalp kırmayan kul olmuşlar mı?

İbadete ibadet katmışlar mı?

Başlarından geçenleri,  mutlaka gelecek olan “hesap günü”ne hazırlanma şuuruna ermek için vesile kılmışlar mı?

*

“Uyan ey gözlerim gafletten uyan,

Uyan uykusu çok gözlerim uyan!”

*

İnsanoğlu yaşadıklarından pek de ders almıyor ne yazık ki.

Merhum İstiklâl Şairi’nin  “Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?” diyerek işaret buyurduğu “geçmişteki hadiseler”den hisse kapmıyoruz.

Tekrar tekrar aynı tuzaklara düşüyoruz.

Bu dünyada, gidip de gelmemek, gelip de görmemek var.

Karşımızdakini son defa görüyor olabiliriz.

Bir akrabanızı, arkadaşınızı son defa gördüğünüzü biliyor olsanız…

Kendisine ne demek istersiniz?

Büyük ihtimalle, hakkını helâl ettirmeye çalışırsınız.

Karşınızdakine bakışınız değişir, bir “ölü” ile konuştuğunuzu düşünürsünüz…

Oysa hepimiz ölü sayılmaz mıyız?

Hiç unutmam…

“Kanser olup olmadığımın” tetkikinden, “temiz” raporu gelince çok sevinmiştim.

“Şükretmek” güzel de…

O kadar da çok sevinmek niye?

Kanser çıksaydı, “en fazla şu kadar ömrüm olduğunu” düşünecektim.

Kanser çıkmadığında ne kadar yaşayacağını nereden biliyorsun ey nefsim?

Belki bir dakika daha, belki o kadar bile değil!

*

Bir akşam, sosyal medya hesabımdan sordum takipçilerime:

“Sabaha çıkmayacağınızı bilseniz… Yani bu gecenin dünyadaki son geceniz olduğunu bilseniz, ne yaparsınız?”

Kimi, “Akşam akşam moralimizi bozdun abi!” diye cevap verdi.

Kimi, “Sabaha kadar namaz kılar, tövbe ederim” dedi.

Kimi, “çoluk çocuğun işlerini ayarlamaktan” bahsetti.

Bana, “Ya sen ne yaparsın?” diye karşı sorular geldi.

“Bilemiyorum, hiç bilemiyorum!” dedim.

*

Ağır hastalığı bulunanlar, “tövbe” bilincine en yakın insanlar.

Nasibi olan tefekkür ediyor, hastalığı bir fırsat, bir nimet olarak görüp tevekkül zırhına bürünüyor.

Kimileri de, Allah muhafaza, “Bula bula beni mi buldu, batsın bu dünya!” havasına giriyor.

Hastalık aynı hastalık, mesele tevekkülde.

Teslimiyette.

Ah bir teslim olabilsek!

*

Mezarlıklarda bir aşağıdakiler var, bir de yukarıdakiler.

Aşağıda küçük hesap yok, hesaplar çok büyük.

Yukarısı ise…

“Ölmeyecek”miş gibi.

Mezarları süsleme işine çok önem veriyor yukarıdakiler.

Ziyarete giderken, “Mezar ShowRoom” denilen yerler görüyorum.

Çeşit çeşit, model model, renk renk mezarlar!..

“Mezar ShowRoom!”

Şaka değil, gerçek!..

*

Diriler, ölülerinin diğer ölüler karşısında “ezilmemeleri” için mi yöneliyorlar acaba, mezarda bile lükse!..

Vicdanlarını rahat ettirmeye mi çalışıyorlar?

“El âlem ne der?” diye mi düşünüyorlar, “statü”lerinin altını mı çiziyorlar?

*

Kabir ziyaretindeyken, mezar taşlarındaki “doğum ve ölüm tarihlerine” bakar mısınız?

Merhum ya da merhumenin kaç yaşında vefat ettiğini hesaplar mısınız?

Çıkan rakamı kendi yaşınızla kıyaslar mısınız?

Mezardaki sizin yaşlarınızdaysa moraliniz bozulur mu?

İleri yaşlardaysa, “İyi, bak, benim daha çok vaktim var!” yollu bir düşünce geçer mi kafanızdan?

Ne kadar çok seviyoruz bu dünyayı.

Merhum Yunus daha ne desin:

Dünya kadar derdimiz var,

derdimiz dünya olduğu için!..

*

Ayda en az iki kez hastanelere, özellikle de ağır hastaların bulunduğu yerlere ya da acil servislere uğrarsan…

En az iki kez de merhumları, merhumeleri ziyaret edersen…

Bilhassa da “taze ölülerin” bulunduğu kısımlara gidersen, dünyaya tutkun biraz olsun törpülenir.

Ben tecrübe ediyorum, iyi geliyor.

Galiba, benim bu ziyaretlere olan ihtiyacım çoğunuzdan daha fazla…

Bizim gibi, politika ve bürokrasi dünyasını takip etmek gibi bir “iş”in işçisiysen…

Hastanelere ve mezarlıklara olan ihtiyacın çok daha fazla demektir.

Politika ve bürokrasi dünyasındaki

ayak oyunları, samimiyetsizlik, vefasızlık, hoyratlık, hodbinlik, ilkesizlik…

Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu Başkan’ın işaret ettiği “fırıldaklık” öylesine bozar ki kalbinizi…

Şifa bulmak için, ya hastaneye kaçarsınız ya da ölüler âlemine!

Oralar benim mağaralarım.

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar