Serdar ARSEVEN

Serdar ARSEVEN

Mail: [email protected]

Nasipse gelirim!..

Nasipse gelirim!..

Kime sorsanız, “Bu devirde babana bile güvenmeyeceksin!” diyor ve kime sorsanız, “Ben haksızlığa gelemem arkadaş!” diyor.

Teker teker sorsanız, herkes güvenilir ama kimse kimseye güvenmiyor.

Her konuşan, insanlara güven kalmadığından, ahlâkın yerlerde süründüğünden, eski günlerin mumla arandığından bahsediyor.

Her konuşan da, bu “karanlık” tablodan kendisini çekip alıyor…

Kabahati hep başkalarına veriyor ve bütün güzellikleri şahsına ayırıyor.

Denir ki, kişi kendinden bilir işi!..

Belki de, güven bunalımı kişinin “kendisine güvenmemesinden” kaynaklanıyordur.

İmam-ı Gazâli rh.a. Hazretleri, “İhya-u Ulûmi’d Din” adlı eserinde,  İbrahim b. Edhem Hazretlerinin “Dualarımız niçin kabul edilmiyor?” sorusuna verdiği cevabı naklediyor:

“Çünkü sizin kalpleriniz ölüdür!”

İbrahim b. Edhem Hazretleri’nin sıraladığı kalpleri öldüren “sekiz sebebi”, geçtiğimiz günlerde yazmıştık.

O sebeplerden biri de…

Dikkat buyurun lütfen…

Şu cümlede:

“Güne başladığınızda kendi ayıplarınızı arkaya atıyor, insanların ayıplarını ise getirip önünüze seriyorsunuz. Böylece Rabbinizi gazaplandırıyorsunuz!”

*

Bugünün insanı da böyle; kendi ayıplarını görmezden geliyor, kendi ayıplarına “mazeret” uydurmayı çok iyi biliyor ve kabahati hep başkalarına atıyor…

İş, “karalama yarışına” dönüşüyor.

İnsanlar, birbirlerinin gıybetini yapmak için yarışıyor.

Bu durumda da ortaya…

Rabbimizin, “Ey İman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü bazı zanlar günahtır. Gizlilikleri araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın; herhangi biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” diyerek, “uzak durmamızı emrettiği” “tiksindirici” tablo çıkıyor.

*

Etrafı “kınama”, insanlara “ayar verme” işlerinde çok mahir olan bizler çok temiz insanlarız.

O kadar ki, bizim oturduğumuz parklar, piknik alanları tertemizdir.

Hiçbirimiz gerimizde çöp bırakmayız.

Güzelce poşetlere koyar ve götürür çöpe atarız!..

Peki etrafı “kirletenler” kimler oluyor bu durumda?

Parklardaki, bahçelerdeki, piknik alanlarındaki çöpleri bizler bırakmıyoruz.

Uzaydan birileri geliyor, oralarda yiyor, içiyor…

Ve çöplerini bırakıp gidiyor!..

*

 “Temizlik”ten devam edelim.

Hemen hiçbirimiz, kendi evimiz dururken komşunun evini silmeyi, süpürmeyi düşünmeyiz değil mi?

Bunun böyle yaparız da, niçin kafayı hep “başkalarına” takarız acaba?

“Önce kendi evimiz ve hatta sadece kendi evimiz!” diyen bizler, niçin sadece “başkalarının” kusurlarıyla ilgileniriz?

Gıybet canavarına mı teslim olmuş kalplerimiz?

*

Hepimiz yakınlarımızı kaybediyoruz.

Çok yakınımızdaki, biraz yakınımızdaki, biraz uzağımızdaki merhum ve merhumeleri “kalbimizden” geçirirken…

Kimi vakit, “Ölenin arkasından kötü konuşulmaz!” diyoruz;

Kimi vakit de, kabirdekinin ne kadar iyi, ne kadar mübarek bir insan olduğuna bütün kalbimizle şâhitlik ediyoruz.

“Bâki kalan kubbede bir hoş sadâ imiş.”

Kimileri, hoş bir sadâ bırakarak gidiyor, kimileri de, “Neyse, ölenin arkasından kötü konuşulmaz!” dedirtiyor.

Kalplerimiz güzeli istiyor da,  ah şu nefislerimiz!..

Vefatlarının ardından “Güzel İnsan” olduklarına bütün kalbimizle şahitlik ettiğim insanlarımızı hatırlıyorum.

Her tanıdık ölümünün sızısı oluyor elbette…

Lâkin, bazılarının ölümü çok farklı.

Başkalarının ayıplarını araştırıp durmayan, etrafa güzel enerji veren, nimetin şükrünü bilen, gıybetten kaçınan, hayırsever insanların yerleri bambaşka.

“Peki, ben böyle bir insan olabilir miyim?”

Kalbimi yokladığımda, almam gereken mesafenin ne kadar uzun ve yürümem gereken yolların ne kadar zorlu olduğunu görüyor…

Sıkılıyorum…

Rabbimin, “Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin!” emrini hatırlayınca da…

Kendime geliyorum.

*

Böyle…

 “Kalbimle” baş başa kalmak için çekildiğim bir köşede, bir “Kul” beni fark ediyor.

-Selâmun Aleykum Serdar Ağabey, diyor.

Güzel Selâmına karşılık verdiğim “temiz bakışlı” Beyefendi’yi bir yerlerden tanır gibi oluyorum.

Zihnimi zorladığımı gören Beyefendi diyor ki,

“Sizle uzun yıllar önce bir yerde oturup sohbet etmiştik. Güzel bir çay sohbetiydi.”

*

Hatırlıyorum.

*

Karadeniz’deki O Cami’den, Ankara’daki Bir Cami’ye “tayini” çıkmış.

Hilm ve teenni izleriyle dolu, temiz bir sima.

Bana, “Çocuklarla Kur’an-ı Kerim üzerine sohbet ediyoruz.” diyor.

“Ben de gelebilir miyim?” diyorum.

“Nasipse!” diyor.

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar