Serdar ARSEVEN

Serdar ARSEVEN

Mail: [email protected]

Okullar nereye açılıyor (2)

Okullar nereye açılıyor (2)

Biz tarih boyunca Allah’ın izniyle nice badireler atlattık, birçok zorlu imtihandan başarıyla çıktık, yedi düvelin “Bittiler!” dediği noktalardan, uçurumun kenarlarından destanlar yazarak döndük.

Bunların hepsini de “manevî zeminimizin” sağlamlığından istifadeyle başardık.

Bir ülkenin ekonomisi bozulabilir, başına sarılan terör örgütleri tarafından bin türlü zarara uğratılabilir, Allah korusun yukarıdan bombalar yağdırılabilir, her şey olabilir.

Biz tarih boyunca bunları çok yaşadık ve her seferinde de, medeniyetimizin eşsiz mirasına sahip çıkarak,  o ruhu mücadele meydanlarına taşıyarak sıkıntıların üstesinden gelmeyi başardık.

O ruh hangi ruh?

Rahmetli Necip Fazıl Üstadımız, bize ilham veren isimler üzerinden “medeniyet projemizi” ortaya koymuş.

Okuyalım:

“Bu cemiyetin;

Dini mizacı, Süleyman Çelebi’de,

Derinlik ve olgunluğu, Mevlânâ’da,

Mâverâ humması (metafiziği), Yunus Emre’de,

Kahramanlık hâyâli, Battal Gazi’de,

Nükte ve hicvi, Nasreddin Hoca’da,

Halk duygu kumaşı, Karacaoğlan’da,

Hassasiyet cevheri, Fuzulî’de,

Eda ve estetik ruhu, Bâki’de,

Kuru mantık ve aklı, Nâbi’de,

Belâgat ve hırçınlık, Nef’i’de,

İrfan ve inceliği, Şeyh Galip’te,

Şive ve zarafet, Nedim’de,

Usul ve sistem, Kâtip Çelebi’de,

Tarih ölçüsü, Nâima’da,

Nas ve kalıp bilgisi, Ebussuud Efendi’de,

Görgü ve merak, Evliya Çelebi’de,

Dekor zevki, Yesari’de,

Plastik fikri, Sinan’da,

Fonetik fikri, Dede Efendi’de…”

*

Rahmetli Üstad, medeniyetimize hayat veren, kıymet katan  büyük şahsiyetlerden bazılarını böyle sıralamış…

Peki, biz bu şahsiyetlerin kaçını, ne kadar tanıyoruz?

Biz “kendimizi” ne kadar biliyoruz?

Öyle toplumun sokaktaki herhangi bir mensubundan değil de…

Üniversitedeki “akademisyenlerden”,

Okullardaki “öğretmenlerden”

Yüksek lisans yapmışlardan…

İsimleri ve gelirleri “büyük gazeteci”lerden…

Milletimizin sunduğu imkânlardan alabildiğine faydalanan kıymetli vekillerimizden, orta ve üst düzey bürokratlarımızdan…

Başkanlarımızdan…

Bu şahsiyetleri anlatan “beşer cümle” kurmalarını istesek…

Nasıl bir tabloyla karşılaşırız?

Cevabınızı kolaylıkla tahmin edebiliyorum.

Biri tutup da bize “Seni kendini bilmez seni!” dese, çok bozulur, mutlaka okkalı bir cevap yapıştırmak isteriz…

Öyle değil mi?...

Peki, biz “kendimizi” ne kadar biliyoruz?

Bir yoklayalım isterseniz, kendimizi…

*

Malûm…

Okullar açılıyor…

Halletmemiz gereken o kadar çok mesele var ki…

Diğer meseleler, şu veya bu şekilde çözüme kavuşur da…

 “Eğitim ve Kültür” işleri ne olacak?

Okullarımızın kademe kademe açıldığı şu günlerde…

 “Yerli ve Milli Eğitim’in neresindeyiz?” sorusunu gündeme taşıyor ve yetkililerden bir an evvel “büyük bir seferberlik başlatılmasını” talep ediyoruz.

Sadece okullarda değil…

Her yerde, “topyekûn seferberlik” istiyoruz.

Hal yoluna konulması gereken o kadar çok mesele var ki…

Hepsi birbirine bağlı.

Aile sağlam olmazsa, “milli” eğitim de sağlam olmaz, olamaz!..

Başta “süresiz nafaka” zulmü olmak üzere, ailemizi tahrip eden, yuvalarımızın içine daha kuruluş aşamasında nifak tohumları eken “batı zihniyetli” mevzuat hükümleri ne olacak?

Sapkınlık propagandası öyle bir hâl aldı ki, bu yöndeki ikazlarınıza, hem de “gayet muhafazakâr” denilen bazı isimler tarafından bile “cinsel tercihlere saygı” süslemesiyle karşı çıkılıyor!..

İstanbul Sözleşmesi şükür iptal edildi ama “ruhu” yerli yerinde duruyor.

Kimi sözde yerli diziler aracılığıyla, gayri meşru ilişkilerin reklâmı yapılıyor, yalılardaki, malikânelerdeki “milyonda birlik” hayatlar, üstelik abartılmış halleriyle toplumun önüne getiriliyor, gençlere “İster çalın, ister çırpın, böyle bir hayata ulaşın!” mesajı veriliyor!..

Gündüz kuşaklarında “DNA” testleri gırla gidiyor, sanki “babasını arayanlar” toplumu bu toplum!..

Bir de okullar…

İşte memleketi yönetenlerin ve yönetilenlerin hemfikir olduğu mevzu;

Bu alanda maalesef büyük sıkıntılarımız var!” mevzuu.

Sabaha kadar sıralayabiliriz sıkıntıları…

Peki ya çözüm?

Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu  Üyesi Prof. Dr.Ömer Özyılmaz’dan bir tespit ve bir de çözüm teklifi geldi.

Tespit Kıymetli Hocamız’ın şu cümlelerinde:

“150 yıldan beri, Türk Eğitim Sistemi’nin felsefesi, milletimizin inancından, tarihinden ve dünya görüşünden, kendi medeniyetinden süzülüp çıkarılmış bir eğitim felsefesi değildir. Aksine, bilinçli bir şekilde kendi medeniyeti, inancı, tarihi ve dünya görüşü devre dışında bırakılmıştır. Sonra, bu Müslüman Millet’e, yüzde 100 ters olan materyalist ve seküler felsefeden, Türk eğitim sisteminin felsefesi çıkartılmış ve uygulanmıştır!”

 

Sayın Özyılmaz’ın tespiti böyle.

“Kendi medeniyetimizden bilinçli bir şekilde kopartıldık!” diyor!

Yani,  “bir proje”den bahsediyor.

Bir de teklifin yer aldığı bölüme bakalım:

 

“Eğitim felsefecileri, eğitim bilimciler, ilahiyatçılar, sosyologlar ve psikologlardan oluşacak büyük bir komisyon kurulsun. Bu komisyonun çalışmalarından,  tarihi sorunu çözecek sonuçlar çıksın!”

Samimiyetle ortaya konulan bir teklif ama bu komisyon işlerinin derde deva  olmayacağını düşünüyorum.

Bunca yılın ardından geldiğim nokta o ki, ne varsa bizde var!..

Yani…

Anne ve babalar olarak, kendimizi ne kadar yetiştirebilirsek yetiştirecek, bu anafordan kendimizi ve ailemizi, Allah’ın izniyle ne kadar koruyabilirsek koruyacağız…

Diyelim ki, benim dediğim gibi olmadı ve ülkemizi yönetenler, medeni mevzuat, eğitim, kültür ve medya alanlarındaki sıkıntıların büyük ölçüde giderilebilmesi için şahane adımlar attı…

Bunlara yüzde 99 onda dokuz da değil, yüzde 100 destek vermek boynumun borcu olsun!

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar