Serdar ARSEVEN

Serdar ARSEVEN

Mail: [email protected]

Semiha Öğretmen'in kırılan bacağı!..

Semiha Öğretmen'in kırılan bacağı!..

Rabbim;

 İnşirah ferahlığı ver yüreğimize.

“Güçlükle beraber kolaylık…”

Çok Şükür!..

*

Rabbim;

Bu çok zorlu süreçte bütün güzel kullarına…

Bilhassa da çocuklarımıza, gençlerimize ve yaşlılarımıza kolaylıklar ihsan eyle.

*

 

Bebeklik, çocukluk, gençlik dönemlerin o kadar büyük sıkıntılarla geçti ki, hiçbir vakit  “o eski yıllara dönüş” özlemi olmadı içimde.

“Anlatsam ağlarsınız!” dedirten “yürek acılarının” mustaribi olan bu kardeşiniz bile, “Bugünkü çocukların gençlerin yerinde olmak istemezdim” diyorsa, varın gerisini siz hesap edin!

Şimdiki nesil, maalesef kayıp nesil.

Milyonlarca çocuk, bugünün korkunç plândemi ortamında, kaybolmuş gidiyor maalesef.

Okullarından, okul arkadaşlarından uzakta…

Evlere, odalara, bilgisayarlara mahkûm…

Sanal dünyada, krizlerin kucağında yaşamaya çalışıyor yavrucaklar.

*

Bin türlü dert ile boğuşurken, şefkat beklediği kalplerin zâlim sillelerine hedef olurken, ruhu hem coşturan hem de dinlendiren “oyunlarla” avunurdum ben.

Okullardaki, sokaklardaki arkadaşlarımı, bizi “dışarıda” da yalnız bırakmayan öğretmenlerimi nasıl unuturum…

*

Onların zirvesinde bir Hanımefendi:

İlkokul öğretmenim Merhume Semiha,   “yürek acılarımı” yüzümden okur, beni teselli etmek için uzun uzun konuşurdu.

Semiha Öğretmenimiz ve gönüllü bir grup çocuk, hafta sonları buluşurduk.

Eksiklerimizi tamamlamaya çalışırdı, hafta sonlarını “tatil” yaparak geçirmek yerine.

Bunun için tek kuruş almazdı.

Kimse görevlendirmemişti onu.

Okul idaresinin böyle bir talebi yoktu.

Hatta ve hatta bazı veliler “Çocuklarımızı hafta sonu da çağırıyor!” diye kızıyordu.

Merhume Semiha Öğretmenimiz,

“İşte, biz geldik gidiyoruz, siz bu memleketin geleceğisiniz!” derdi.

 Etrafa ışık saçarken mum gibi erirdi.

O kadar erirdi ki, koştur koştur derken, günün birinde düştü, bacağını kırdı.

Bir yarı yılı bu yüzden kaybetti.

Kaybettik.

Öğretmen değişti.

Yenisi, “mesai”ye ayarlıydı.

Semiha Öğretmen’i çok özletti.

*

Kendilerini özleten, özletmeyen öğretmenlerimizle, arkadaşlarımızla birlikte geçirdiğimiz yıllar, çok sıkıntılı yıllardı.

Her köşe başında bir terör olayı, her gün en az 20 “politik cinayet.”

Yokluk çoktu bir de.

İrice bir karpuzu satın alabilen aile babası, sokağımızdan “muzaffer komutan” edasıyla geçerdi.

Çeyrek asır sıra bekledikten sonra  ev telefonunu bağlatmayı başaran, hava olsun diye pencerede konuşurdu.

Ucuza gelir” diye kırık yumurta alınırdı, sokaklardan soba tutuşturmak için tahta toplanırdı.

Yeni yeni sahip olunan televizyonlar açıkken, ışık mutlaka kapatılırdı.

Birçok sıkıntı vardı hayatlarımızda ve benim ailevî dertlerim sıkıntıları iyice büyütürdü.

Dedim ya, ben yine de “bugünkü çocuklar, bugünkü gençler” yerinde olmak istemezdim.

Bu ortamda, sevgi yok, güven yok, huzur yok, meçhul çok.

Çocuk, büyüklerine her baktığında “öfkeden kabarmış suratlarla” karşılaşıyor.

Büyükler birbirlerine her fırsatta hakaretler savuruyor…

Birbirlerini her fırsatta damgalıyor.

Okula gitmeyen daha doğrusu gidemeyen çocuklar, kafes içinde büyütülmüş aslanlar gibi.

Bir gün ormana salınacaklar ve orman hayatına bilinmez nasıl uyum sağlayacaklar, nasıl ayakta kalacaklar?

Çocuklar,  odalarındaki sanal dünyada “ham”lıyor, uyuşuyor, yağ bağlıyorlar.

Kanları dolaşması gerektiği gibi dolaşmıyor, kasları, bağırsakları çalışması gerektiği gibi çalışmıyor…

Birçok hastalığa davetiye çıkartıyor “Yeni Normal” denilen.

Bebeklik yıllarından itibaren “hareketsizliğe” mahkûm edilen insanda hangi hastalık olmaz?

Birçok psikolojik ve fiziki rahatsızlık  “yeni nesli” bekliyor maalesef.

Kronik hastalıklar pandemisi geliyor.

Bu sefer gerçek, tamamen gerçek âfetler geliyor!..

Eve mahkûm bir çocuğun, ilerleyen yıllarda “sağlıklı bir insan” olma ihtimali ne kadar düşüktür değil mi?..

“Belgesel”leri izliyorsunuzdur…

Yavru aslanların hayata birbirleriyle itişerek, kakışarak, bin türlü yaramazlık yaparak hazırlanışları ne güzel değil mi?

Bütün yavrular bunu yapıyor, geleceğe “oyunlarla” hazırlanıyor.

Bu oyunlar, yavrulara, “avcılığı” ya da “avcılardan korunmayı” öğretiyor aslında.

Bizler de hayata “oyunlarla” hazırlanırdık, aşağı yukarı böyle.

*

Okuldaki, sokaktaki bütün oyunlar, “sosyal ilişki” tecrübeleridir.

Oyunlardaki “kazanma” gayretleri, ilerideki “çetin mücadelelere” hazırlıktır.

Okullardaki, sokaklardaki “arkadaş dayanışmaları”, yıllar sonra kurulacak dostlukların manevi alt yapısını oluşturur.

Çocuklar, anne babalarından ve diğer çocukların anne babalarından çok şeyler öğrenir.

Aile çocuğun manevi kalesidir.

Şimdilerde evlenen çok az, boşanan pek çok.

Bir de, dedeler ve nineler… Bu güzel insanlar, şimdi ne haldeler?..

Uzun zamandır 65 yaş kısıtlamaları var malûm.

Toplu taşıma hizmetlerinden faydalanmaları “sağlıkları için” yasak.

Metro, metrobüs, otobüs, minibüs, dolmuş, vesaire yok!..

Durumu olan yaşlı, her yere “taksi” tutacak, bu şekilde “kısıtlamayı” aşacak!..

Olmayan, sokakta turlayacak!

Yaşlılarımızın kahir ekseriyeti de  “ikinci çocukluk” dönemlerindeyken, “birinci çocukluklarını” yaşayanlar gibi bir yerlere bağlanmış kalmış vaziyette.

Dedeler ve ninelerle torunları oynamalı.

Dedeler ve nineler, torunlarına masallar anlatmalı.

Ama nerdeee!...

“Suç” oldu bu suç!..

Hatta ve hatta, “Bunlardan bazılarının evlerini basıp, hapse atacaksın!” diyen medyatik tipler bile var…

Toplumu adeta delirtmek istiyorlar!..

*

Alt ve üst kuşakların psikolojileri alt üst.

Ah bir de, esas dert:

Vaktinin büyük bölümü sosyal medyada geçiriyor insanımız.

Orası da, pislik deryası…

Baştan aşağı müsilaj!

*

Bin türlü dert, hangi birini sayayım…

İş derdi var, geçim derdi var, yuva kuracak, “Nasıl altından kalkarım” derdi var.

Var oğlu var.

Çokları için böyle bu durum.

Ayağa kalkmak, şöyle bir silkinmek, şartları parçalayıp geçmek gerek de…

Odalarda uyuşturulmuş genç, bunu nasıl yapacak?

 

 

Uzatmak istemem.

Dedim ya; bebeklik, çocukluk ve gençlik yılları bin türlü “aile darbesi” ile geçen bir vatan evlâdı olsam da…

Bugünkü çocukların, gençlerin yerinde olmak istemezdim.

Bizler, biz “orta” yaşlılar, madem böyle düşünüyoruz…
Madem, çocukların, gençlerin ne sıkıntılar içinde yaşamaya çalıştıklarını biliyoruz…

Niçin böyle duruyoruz?

Bir de burası var işin, çok önemli…

Biz orta yaşlılar, o gençlere ulaşabiliriz…

Dertlerini paylaşabilir, içinde bulundukları zorlukları aşabilmeleri için elimizden geldiğince yardımcı olabiliriz…

Ne kadar yapabilirsek, o kadar işte.

Merhume Semiha Öğretmen, o şartlarda bize el uzatmaya çalıştı.

Hafta sonlarını da bize ayırdı.

Hayır yollarında bacağını kırdı!..

Semiha Öğretmen’in Mekânı Cennet olsun, nice hayırlı işine ben şahidim, birçok talebesi şâhit.

“Hayır” yollarında kırılan bacağı şâhit.

*

Bizim bacaklar ne güne duruyor?..

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar