Serdar ARSEVEN

Serdar ARSEVEN

Mail: [email protected]

Üniversite adaylarının YKS maratonu üzerine…Tavsiyelerim…

Üniversite adaylarının YKS maratonu üzerine…Tavsiyelerim…

Sabah dışarı adım atar atmaz, parkı doldurmuş nice vatandaş gördüm.

Çocukları içeride ter döküyor, anne babalar, ağabey, ablalar, teyzeler, halalar dışarıda bekliyor.

Bilindik manzaralar.

Bunları ben de çok yaşadım, nice heyecanlı eğitim süreçlerinden geçtim.

Ben ve çocuklarım…

*

Bugün…
İçeride ter dökenlere seslenmek istiyorum öncelikle…

Bu işlerde hayli tecrübe kazanmış ve bu kazanma yollarında hayli vakit kaybetmiş bir ağabeyleri olarak!..

*

Öncelikle…

“Gözlemci olarak” katıldığım üniversite üçüncü sınıf dersinden bir sahne…

Genç öğrenci kalktı ve Doçent Beyefendi’ye şu soruyu yöneltti:

“Hocam, üçüncü sınıftayız ve aldığımız eğitimin dışarıda pek bir anlam ifade etmediğini görüyoruz. Acaba, bunca yılı boşa mı harcadık?”

*

Hoca tek kelimeyle karşılık verdi gence:

“Evet!”

*

Bu tek kelimelik cevaba, öğrenciler hep birlikte güldü.

Ben ve Doçent Beyefendi, birbirlerimize bakarak gülümsedik.

Doçent Beyefendi, “Bu bölüm boş bir bölüm” demek istememişti elbet…

“Üçüncü sınıftayken böyle düşünen, buraya boşuna gelmiş…

Güzelim yıllarını heba etmiştir!” demek istemişti!..

*

Kardeşlerim:

 “Sevmediğiniz bir işte başarılı olma ihtimaliniz” son derece düşüktür.

O işte tutunabilirsiniz belki ama…

Bilin ki hep mutsuz olursunuz.

Ayaklarınız geri geri gider ama “Başka çare yok!” diyerek devam edersiniz.

Bu “sevmediği” bir insanla, “para belâsına” evlendirilmiş insanın ruh hâlidir.

Ben bunu yaşadım;

Etrafın saçma sapan tavsiyelerine uyarak gittim, Ticaret Lisesi sınavına girdim.

Marifetmiş gibi sınavı kazandım, kayıt yaptırma hakkını elde ettim.

Sonra…

Dersleri bir gördüm, “Aman Allah’ım!” dedim.

Okulu bitirinceye kadar neler çektiğimi anlatamam.

*

Hayır, kafam derslerden geçmeye, hatta çok başarılı bir şekilde geçmeye yetiyor da, sevmiyorum ki…

Alt alta dizilen o rakamlardan, bitmez tükenmez hesaplamalardan, “tek kuruş”luk hesap tutmazlığının nereden kaynaklandığını taaa işlemin başına dönüp bulmaya çalışmaktan nefret ediyorum!..

Böyle yaratılmamışım.

Ben, özgür kelimeler dünyasında uçmak istiyorum ama dersler beni “kuruşlara” kilitliyor.

Mevzuat, her yaptığımı sınırlandırıyor.

Gırtlağıma yapışmış, boğuyor!

Bir de el yazın çok düzgün olacakmış, çok tertipli düzenli olacakmışsın…

Günde elli kere gözlük kaybeden, etrafını “Şuyumu gördünüz mü, buyumu gördünüz mü?” diye diye bunaltan bir “divane”

 Ne işi olur maliyet ile, muhasebe ile?..

*

Üniversite hayatım boyunca (ki hâlâ devam ediyor o hayat) gördüğüm şu ki, okuyanların en az yüzde 70’i, benim ticaret lisesindeki mutsuzluğumu yaşıyor.

Bu çocuklara yazık değil mi?..

Çok yazık.

Üniversite, “Hele bir bitirelim, devlete kapağı atabilirsek ne alâ” kafasıyla gidilecek bir yer değildir.

Üniversite, “Bitirdikten sonra sağlam bir torpil ayarlarsak ne âlâ” diyerek devam edilecek bir yer değildir.

“Hayatı dört sene daha ötelemek için!” gidilecek bir yer hiç değildir!..

*

Dört sene, koskoca dört sene.
Bir de uzadıydı, muzadıydı derken, beş, altı sene!..

İnsanoğlu kaç sene yaşıyor ki?..

Üç yaşında “anaokulu” ile başlayan “örgün eğitim hayatı”, üniversite bitene kadar devam ediyor.

Üniversite sonrasında, şöyle iş bulup, biraz tecrübe edineyim filan diyene kadar 30 yaşını buluyorsun!..

Otuz yaş!..

Hayata atılmak için çok geç bir yaş!..

*

Bu yoğun sınav günlerinde lâfı daha fazla uzatmayacağım.

Ben, bunca tecrübeden geçmiş bir vatan evlâdı olarak, etrafımdaki gençlere diyorum ki…

“Eğer, ders çalışmayı çok seviyorsanız, bundan büyük zevk alıyorsanız…

Bir mesleği, gerçekten gözünüze kestirdiyseniz…

Yani, onun bunun dolduruşuna gelerek, ya da ‘Bu işte çok para varmış, iş bulma imkânları genişmiş!’ filan diyerek değil…

Gerçekten çok sevdi iseniz…

O mesleğin ‘dört yıllık’ bir bölümünü ve tabii, ‘İyi eğitim veren bir üniversitenin dört yıllık bir bölümünü” kazanınız!..

Akademisyenlik sizi mutlu edecekse, yüksek lisansa, doktoraya devam ediniz…

Yoksa…

“İlle de üniversite olsun, ister çamurdan olsun!” kafasıyla bir bölüme kayıt yaptırmayınız!..

Etrafınızı memnun etmek için, annelerinizin babalarınızın “yatırımlarının” karşılığını vermek için. Etrafa biraz hava atmak için üniversiteye gitmek gibi bir hataya düşmeyiniz.

İlle de “üniversiteli” olmanız gerekiyorsa, işte Açık Öğretim var!..

Dört yıllık diploma!..

*

Hiç unutmam…

Yıllar evvel…

Bir genç geldi…

Ben serviste şef idim.

“İletişim fakültesine” devam ettiğini söyledi.

Okulu dört yılda bitirmeyi kafasına taktığını ifade etti.

Kendisine, “Okula devam et ama fazla kasma. Hocalarla konuş, devam işini hallet, gel burada, part time, mart time devam et!” dedim.

Genç, dediğime sıcak bakmadı.

Gitti.

İki hafta sonra geldi.

“Teklifiniz hâlâ geçerli mi?” dedi.

İşe başlattım.

Dört senede mesleği hayli ilerletti.

Okulu da uzatarak bitirdi.

Sonra…

Okulu dört senede bitirenler, bu gençten iş istedi!..

*

Hiç kimsenin hevesini kırmak istemem.

Dedim ya, aslanlar gibi okumak isteyenler, ders çalışmayı, araştırmayı çok sevenler üniversiteye gitsin.

Sevmeyenler…

Naçizane tavsiyemdir, üniversite sıralarında vakit öldürmesin…

Çalışmayı, araştırmayı çok sevenlerin arasına karışıp, onlara da zarar vermesin!..

*

Diyeceksiniz ki,

“Bazı mesleklere adım atabilmek için o mesleklerin fakültelerini bitirmek şart. Mesela mühendislik, mesela hukuk, vesaire…”

Tamam.

Tamam da..

Bu mesleklerin herkesin hakkıyla ifa edebileceği meslekler olduğunu kim söyledi?

İşini hakkıyla yapan bir mühendis olabilmenin olmazsa olmazları nelerdir?

Bu yola çıkacakların, alanlarında kendilerini ispatlamış mühendislerle görüşmelerinde fayda var.

İyi bir hukukçu olabilmek için, neler yapmak gerektiğini de, iyi hukukçulara sorabilirsiniz gençler!..

Öyle…

“Hele bir kapak atayım da, sonrasına bakarız!” kafasıyla olur mu bu kadar ciddi işler?

*

Yazıyı bitiriyorum, az sabırlı olun lütfen…

Bir vakitler, bir “usta”nın yanında çıraklığa başlayanlar, bıyıkları terlemeye başladığında “kalfa”lığa çoktan yükselmiş, ekmeklerini ellerine almış olurlardı.

Şimdilerde…

Otuz yaşındaki, yani orta yaştaki insanlar, sıfır tecrübe ve süslü bir diploma ile hayata atılmaya çalışıyor.

Çoğunun da en büyük ideali,

“Devlet memurluğu sınavından çok iyi bir puan çıkartmak, diğer ayarlamaları da yaparak, devlete kapağı atmak!”

*

Bunu açık öğretim mezunu da yapabilir!

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar