Serdar ARSEVEN

Serdar ARSEVEN

Mail: [email protected]

Beraber Islandık Yağan Yağmurda…

Beraber Islandık Yağan Yağmurda…

İnsanoğlu geçmişte yaşamayı ve bugünden şikâyetçi olmayı seviyor.

Şâire, Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer,
Bir an acı duyar insan, sevmişse biraz eğer”
 dedirten duygu.

*

Bende de böyle bir hâl var elbet, geçmişi özlüyorum çoğu vakit.

Meselâ…

Zulmün kol gezdiği “28 Şubat günleri” özlenir mi?..

Özleniyor işte, büyük konuşmayacaksın!..

*

O yıllarda benim için çok şey yeniydi.

Pek güzel hisler içindeydim.

Öncelikle…

Saflar belli gibiydi.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın da şikayetçi olduğu “at izinin it izine karışması” gibi bir durum, o günlerde kafalarımızı kurcalamıyordu.

İki taraf vardı:

Zâlimler ve mazlumlar.

Bizler, var gücümüzle mazlumlara destek vermeye çalışıyorduk.

Bu elbette çok zordu, birçok tehlikeyi göze almayı, bedel ödemeyi gerektiriyordu.

Üstelik, “maddi açıdan” hiçbir vaadi de yoktu.

Aksine…

Kaybettiriyordu!..

*

Muhterem Mustafa Karahasanoğlu önderliğindeki ekibimizle gece gündüz çalışır; “Hayra motor, şerre fren olalım” diye kendimizi unuturuk.

Haklarını helâl etsinler, ailelerimizi unuturduk.

Çok başka günlerdi…

Bizler…

Yani…

28 Şubat darbecilerine karşı olan gazeteciler, “duyarlı medya mensupları” olarak sık sık “istişare” için bir araya gelir, “ortak dil” arayışı içinde olurduk.

O günlerde, aramızdaki sohbetler ağırlıklı olarak, “ümmetin, milletin sıkıntıları” üzerineydi.

Memleketin içinde bulunduğu zor durumdan kurtarılabilmesi için neler yapılması gerektiği üzerine konuşur, dertleşirdik.

Öyle, “para pul, rant ara rant bul” mevzuları gündemimizde hiç ama hiç yoktu.

Sokaktaki vatandaşın bu kadar derdi varken, memleket zulüm altında inlerken, “şahsî”,  hele de  “maddî” meselelerimizi  gündeme getirmeyi “ayıp” addederdik.

Daha doğrusu, aklımızın ucuna bile getirmezdik!..

O günlerde “parti, dernek, vakıf, sendika, dergi, gazete, her ne ise”   gerçekten de birer araçtan ibaretti bizim için.

“Hakkı hâkim kılma mücadelesi”nin araçları…

*

O günlerde de aramızda “çekişmeler, kavgalar” olurdu ama, bunların çok büyük bölümü o “araçların” daha etkin bir şekilde çalışmaları için olurdu.

Öyle zor günlerdi ki onlar, “dedikoduya” vaktimiz yoktu.

Öylesine hışımla saldırıyorlardı ki, “şeytan taşlamaktan tavaf etmeye vakit bulamadığımız” oluyordu.

Atalarımız, vaktinde kendilerinden 10 kat büyük güçlere karşı büyük zaferler kazanmalarıyla ünlüdür.

Bizim karşımızdaki “medya devlerinin” her biri,  bizden belki bin kat, belki de yüzbin kat büyüktü.

Üstelik, “topyekûn” gelirlerdi üzerimize.

“İri Gazete”nin “Topyekûn Savaş” manşetini unutmak ne mümkün!..

*

O günlerde…

Gazetemiz gazete gibiydi, derneğimiz dernek gibi, vakfımız vakıf gibi, sendikamız sendika gibi, partimiz parti gibi, vesaire, vesaire…

Her bir unsur, “adam gibi” mücadelesini verirdi.

Sayımız çok değildi ama yüreklerimiz toplu atınca sesimiz gür çıkardı.

*

O günlerde ne güzel eylemlerimiz vardı.

Dünyanın bütün zâlimlerine kafa tutan o “muhalif ruh”la bir araya gelir, “ekmek arası domates, peynir” zenginliğindeki sofralarımızda gönül dolusu sohbetlere girişirdik.

“El ele vererek” gönül zincirleri oluşturur, bizi “bastırmak” için görevlendirilen “polislere” karanfiller uzatırdık.

Sanatçı Eşref Ziya Terzi”ye “Ağlama Karanfil”i yazdıran ruh, o ruhtu işte.

Öylesine zarif, öylesine heybetli.

O günlerde ne güzel “karanfillerimiz” vardı.

“Feminizm” denilen “ayrılıkçı” ideolojiye de, “karanfillerimizin” hayatlarını karartmak isteyen “etiketli zorbalara” da hep birlikte karşı çıkardık.

O günlerde, benim için çok şey yeni sayılırdı.

İmam hatipli değildim.

Bu güzel insanların arasına girmemin üzerinden çok uzun vakit geçmemişti.

 “Gelenekle” kökten irtibatım yoktu ama kısa sürede gönülden bağlanmıştım.

O günlerde, nerede bir “zâlim” varsa üzerine üzerine gitmeye gayret ederdim.

Herkesin gelişmiş ve gelişmemiş tarafları vardır mutlaka, bende de “medenî cesaret” tarafı öne çıkardı.

Her kesimin fikir, tavır sahiplerine gider...

Herkesi “bana konuşmaya” adeta zorlardım.

28 Şubat zorbaları, beni karşılarında görmekten bıkmış usanmışlardı.

Onları bıktırasıya tâkip ederdik, hem de ne imkânsızlıklar içinde.

Belediye otobüsleriyle gidilen haberlerin zevki bambaşkaydı, nerede şimdiki gibi özel şoförler…

“Hoş şoför özel, her şey çok güzel” olunca, habere de gidilmiyor pek!..

Masa başı;

Çek manşeti, ver mehteri!..

*

Buraya kadar “dünü niçin bu kadar çok özlediğimi” biraz olsun anlatabilmişimdir herhalde.

Bugünün tablolarını gözlerinizin önüne serebilirim de…

Buna gerek yok gibi.

Olanı biteni hepiniz görüyorsunuz…

“Hasbîlik, hesabîlik” bakımından ne hallerde olduğumuzu hepiniz biliyorsunuz.

İşte efendim, böyle…

Şarkısı var hislerimizin:

“Beraber yürüdük biz bu yollarda,

 beraber ıslandık yağan yağmurda!”

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar