Geçen hafta Samsun’da öyle acı bir heyelan olayı yaşadık ki, yazarken bile tüylerimiz diken diken oldu. Maalesef ülkemizde insan canının kıymeti yok. Bunu her alanda ve devamlı hissedecek olaylara hep birlikte ve sürekli şahitlik etmiyor muyuz? Hepimiz heyelan altında kaldık desek yeri var.Samsun hediyelik eşya
Canik’te yaşanan heyelan canımızı çok acıttı ama ne kadar risk altında yaşadığımızı da gösterdi. İki bebeğimiz ve babası hayatını kaybetti, annemiz yaralı fakat annemiz her yönüyle yaralı. Allah anneye sabırlar ve dayanma gücü versin. Allah kimseyi de böyle bir olay ile imtihan etmesin.
Evet o bölgede daha önce de benzer durum yaşanmış, alışveriş merkezi çok büyük bir heyelana maruz kalmıştı fakat o kayalar o zaman aşağıya inmemişti. Şimdi farklı bir durum oldu demek ki kayan zemin zamanla gevşedi ve günü gelince kaydı indi gariplerin üstüne.
Afet ve deprem bu ülkenin gerçeği fakat hala buna göre bir hayat tarzımız oluşmadı. Şöyle bir kafamızı kaldırıp etrafa baksak her yer insan için riskler barındırmıyor mu? Mesela yol boyu kirazlık bölgesine kadar kayaların dibine kurulan yaşam alanları ya da iş yerleri riskli değil mi?
Ülkemizin her yerinde dere yatakları imara açılmıyor mu? Daha önce heyelan bölgesi ilan edilmiş yerler imar değişikliği ile birilerinin hizmetine sunulmuyor mu? İhmal barındıran her afet sonrası yapılan uyarılar kısa bir süre sonra unutulup normal hayatımıza dönmüyor muyuz?
Bizler maalesef bazı konularda çıkarlarımıza dokunduğu için bazı riskleri görmezden gelebiliyoruz. Ben bu zamana kadar “Benim arsam heyelan bölgesinde, imar ona göre yapılsın.” diyeni görmedim ya da “Benim arsam dere yatağında, buraya yaşam alanı oluşturmak riskli olur.” diye hakkından ya da hakkının bir kısmından feragat edene rastlamadım.
Evet yöneticiler işin ehli olmalı ve riskli olan alanların kullanılmasına müsaade etmemeli fakat sanki sorun sadece yöneticilerimizde değil. Bu konularda hepimiz sorumluyuz. Yönetici hatalı bir iş yapsa bile bizim, “Bu böyle olmamalı.” diye uyarmamız gerekmez mi?
Şimdi gündem İstanbul depremi. Sayın İmamoğlu ilk seçildiği seçim öncesi deprem sorunu ile ilgili “Hızlı davranıp beş yıl içinde çözebiliriz.” demişti. İkinci seçim öncesi “Gerçekçi olmak gerekirse yüz senede çözülmez. Benden öncekiler çözememişte ben beş yılda nasıl çözeyim?” diye söylemişti.
Bu konuda Sayın İmamoğlu ikiyüzlü davranmış, milletin duygularını suiistimal etmiştir fakat söylediği bir şey var ki dikkatlerden kaçırıldı. O da İstanbul’u otuz sene, memleketi de yirmi iki yıldır aynı akıl yönetiyor.
Niye deprem tedbirleri yıllara yayılarak yapılmadı da İmamoğlu seçilince yapılması gerektiği düşünüldü. İstanbul’da riskli diye söylenen konut stoklarının belki de yarısı bu süreçte yani Ak Parti döneminde yapılmadı mı?
1999 depreminden sonra İstanbul deprem yönetmeliğine göre yönetilmiş ve konutlar o yasaya göre üretilmiş olsaydı böyle büyük bir tehlikeden bahsedilir miydi?
Şunu diyenler olacaktır, “Muhalefet 2012 de çıkarılan Afet Yasasının iptali için Anayasa Mahkemesine gitmedi mi? Birçok bölgede ‘kentsel dönüşüm rantsal dönüşüm!’ denerek engellenmedi mi?” Evet aynen öyle oldu bu konuda muhalefette suçludur fakat bu ülkede muhalefete rağmen çok şey yapıldığını da unutmayalım.
Çuvaldızı başkalarına batıralım fakat arada bir kendimize ya da ‘bizimkilere’ de bir iğne bari batırıp “İşimizi düzgün yapalım.” demeyelim mi?
Sadece dere yatakları ve heyelan bölgeleri imara açılmıyor. Tarım arazileri de imara açılıyor. Yakın zamanda dünyada gıda savaşları yaşanacağını herkes söylediği halde ekilebilir alanların yok edilmesi bir sorun değil mi?
II. Ramses yaklaşık 3300 yıl önce Nil Nehrinin etrafı için, “Buralara ev yapılmayacak. Yoksa ileriki yıllarda yiyecek bir şey bulamayız.” diye uyarmış ve ona göre davranmış.
Biz de, “Yakında gıda bulamayacağız.” diyoruz fakat bu fikrin hilafına işler yapıyoruz. Allah akıl fikir versin de akıllı ve işinin ehli yöneticiler seçebilelim.
Facebook Yorum
Yorum Yazın