Serdar ARSEVEN

Serdar ARSEVEN

Mail: [email protected]

CHP ve Memet Efendi!..

CHP ve Memet Efendi!..

Altılı masaya çok yakın bir yazar, “Bizimkiler bu kafayla zor seçim kazanır”a çıkan bir yazı kaleme almış.

Orada “mütegallibe” kelimesi geçiyor.

CHP, “mütegallibe temsilcisi” görüntüsünü vermiş 3 Aralık Toplantısı’nda.

“Mütegallibe” ne demek, bakarsınız.

Biraz ağır olmuş galiba, bu kadarını biz bile söylememiştik!

*

AK Parti’nin “Türkiye Yüzyılı” ve CHP’nin “İkinci Yüzyıla Çağrı” programlarını şöyle kıyaslıyor o yazar:

“AK Parti’nin toplantısı kentin onbinlerce kişi alan en büyük stadında düzenlenmişti. O toplantıya katılanların sayısının 30 binden az olmadığını muhalefet sözcülerinden öğrenmiştik. CHP’ninki ise (..)

Bin kişi var mıydı o salonda, gerçekten bilmiyorum.

İlkinde ön planda görülenler düpedüz halktı. Oraya lider bildikleri birinden talimat almaya geldikleri her hallerinden belli oluyordu.

Dünkü toplantıda ise politikacılar ile uzmanlar ön plândaydı. En koyu renkli takım elbiseleriyle salona gelmiş saygın beyefendiler ile şık hanımefendiler, kamuoyunu ilgilendireceğini düşündükleri konuşmalarla, kendilerini beğendirme yarışına girmiş görüntüsü verdiler.

(..)

Seçimlere doğru hızla yol alınan ve muhalefetin sandık meydana gelene kadarki süreci sıfır hata ile yönetmesi gereken günümüz ortamında, iki toplantının mukayesesinde, doğru davrananın iktidar cephesi olduğunu söylemek zorundayım.

AK Parti ‘halk’, CHP eski deyimle ‘mütegallibe’ temsilcisi görüntüsü verir geniş kitlelere; bir hafta arayla tanık olunan iki toplantı, CHP’nin kurtulmaya çalıştığını sandığım kendisiyle ilgili olumsuz görüntüyü pekiştirmeye yaradı.

Daha da vahimi, oraya muhalefeti sevindirecek sonuçlar çıkarma niyetiyle gitmesi beklenebilecek yorumcuların, AK Parti toplantısı ardından son derece olumlu izlenimler paylaşmalarına karşılık, CHP toplantısını övmek için fırsat gözettikleri bilinen yorumcuların, dün, toplantıyı sahiplenirken, seçimde CHP’ye veya onunla birlikte hareket eden ‘6’lı masa’ ortaklarına oy vermeyi düşünebilecekleri soğutacak bir yaklaşım sergilemeleriydi.

‘Çağdışı zihniyet’, ‘Ortaçağ zihniyeti’‘İnanç saplantılı insanlar’ kalıplı laflarla iktidar kötülemesi yapıldı CHP’ye sempati duyan kanallarda. CHP’nin ‘çağdaş’ insanları temsil ettiği vurgulandı da vurgulandı.

Her politik girişim oy kazanmak, daha doğrusu oy vermesi istenen kitlelere sevimli görünmek için yapılır; CHP’nin bu toplantısı tam tersi sonuç verirse şaşırmam.

En azından 100 yıllık bir geleneği sürdüren, bünyesinde politikayı başkalarından çok daha iyi bilen bir kadroyu barındıran, isminden başlayarak ‘halkçı’ olma iddiasının sahibi bir partinin, böylesine seçkinci bir görüntüyle halkın karşısına çıkarak oy istemesini anlamakta zorlanıyorum.” (*)

*

Yazar, AK Parti’nin kitlelere mesaj vermekteki becerisine, CHP’nin ise saplandığı “seçkincilik” batağından dolayı bu toplantıyı da “eline yüzüne buluşturduğuna” dikkat çekmiş oluyor yazısında.

Ne yaparsın ki, CHP böyle bir parti.

Ontolojisi böyle, “Cumhuriyet’i biz kurduk. Bu ülkenin gerçek sahipleri bizleriz, diğerleriyse göbeklerini kaşıyan bidon kafalı adamlarla onların hizmetindeki kadınlar” bakışı hiç değişmedi.

Değişmesi mümkün değil.

Bu Camia’yı çok iyi biliyorum.

Camia dediysem, Anadolu’nun bir köyünde kasabasında yaşayıp da yerel faktörlerin etkisiyle CHP’deolanları dahil etmiyorum buraya.

Onlar, CHP’nin ağır işçileri, zencileri.

Biraz içlerinde biraz da etraflarında bulunduğum CHP’liler ise, “Beyaz” takımından.

Küçüklüğümde, “Ay çok güzel kız (ya da oğlan), tıplı ecnebiye benziyor!” lâflarını çok işitmiştim.

Köylü güzeli”de vardı dillerinde ama, onlardan burun kıvırarak bahsederlerdi.

“Dağdan gelip bağdakini kovmak”tan kasıtları, köylerden kasabalardan gelerek İstanbul’da (ve biraz da Ankara’da) yaşayanların cadde ve sokakları doldurmasıydı.

“Bunlarda habire yavruluyor şekerim. Üstlerinde yok, başlarında yok, ama yavrulamaya gelince, hiç durmuyorlar!” yollu lâflar “tehdit algısı”nı ortaya koyuyordu.

Dağdan gelenler tarafından kovulma korkusu ya da özel hayata müdahale, mahalle baskısı vesaire…

*

Cumhuriyet’i kurmakla övünenlerin büyük bölümü “memur” ailelerinden geliyordu.

Bir vakitler memur olmak bugünkünden çok daha mühim şeydi.

Genellikle o “zümre”nin çocukları memur olabilirdi.

Bir de “Rejim’in Gözde Sermayesi” vardı, kamu destekli özel sektörün kısa sürede devleşecek markası ve diğerleri…

“Patronlar Kulübü” özetle.

Öbür tarafta da “boynu bükükler” vardı.

“Ekmek parası için” köylerinden kasabalarından koparak gurbete çıkanlar…

Ya akraba yanlarına ya bir apartmanın kapıcı dairesine ya da çalıştıkları imalâthanenin yatakhanesine sığınıyorlardı.

Hazine arazisinin üzerinde tuğlaları birleştirerek başlarını sokacak “ev” yapanların oluşturdukları “tuhaf” mahallelerde şekillenen “melez kültür” de, kendilerini “şehrin seçkinleri” olarak görenleri çok endişelendiriyordu o yıllarda.

*

Göçle gelenler, bir şekilde para kazanabiliyorlardı.

İçlerinde üç, dört işi bir arada götürenler vardı.

Kapıcımızı caddede vişne suyu, mahalle arasında karpuz satarken de görüyordum, evlerde badana yaparken de…

Bilek gücü, el maharetiyle para kazanmak mümkündü ama “sınıf atlama” imkânı yoktu.

On tane gecekondu da yapsa, apartmandaki bütün daireleri de satın alsa, yine, “seçkinci” takımının “Memet Efendi” diye çağırdığı insandı o.

Giyim kuşama para harcama geleneği yoktu, paraya kıyıp bir şeyler alsa bile yakıştıramıyordu.

Ne yaparsa yapsın “köyden geldiğini” belli ediyordu.

Neyse ki, “hemşehri derneği”nin üyesiydi, orada kendisi gibi olanlar vardı.

Bir “Parti”nin ilçe başkanlığına da gidip geliyordu, seçim zamanlarında “bayrak asmak” gibi önemli görevleri üstleniyor, buradan da bir başka “kimlik” ediniyordu.

Bu türden faaliyetlerde şehre tutunmaya çalışan “göçer”in esas hedefi, çocuklarını okutmak, onların kendisi gibi olmamasını sağlamaktı.

Bunun için icabında ceketini satmaya hazırdı.

Kapıcımız yıllar sonra rastladığımda bir “işadamı”ydı.

Yaşını başını almış, kılığında kıyafetinde eski halinden izler taşıyan, (anlattığına göre) hayli varlıklı bir işadamı.

O küçücük kapıcı odasında dört çocuk okutuyordu “Memet Efendi.”

“İkisi doktor, ikisi mühendis oldu” dediğinde, yüzündeki mutluluğu gördüm.

“Biz de okurduk da, hayat bizi yordu be Serdar Bey!” dediğinde ise derin hüznü.

“Memet Efendi” şehre tutunmak için hayatını ortaya koyarken…

Bizim seçkinci CHP’liler de başka yerlerde yaşamaya devam ettiler.

Rahatları yerindeydi, her yaz tatil, kimi zaman yurt dışında.

Yıllar ne çabuk geçmiş ve 50-60 yıl evvel “bizim” oralara göç edenlerin önemli bir kısmı epeyce zenginleşmiş, epeyce Muhafaza-KÂR’laşmış ama eski vakitlerin izleri de silinmemiş.

*

Beyaz Türk, yine Beyaz Türk.

Diğerleri, saç boyatmış 60 yaş erkeği gibi!

*

Kemal Kılıçdaroğlu’nun “salona gelmeye tenezzül etmeyen” bir kısmı “ecnebi” akıl hocalarını tanıttığı 3 Aralık Şov’unu izlerken bir vakitler “içlerinde”, daha doğrusu “yanlarında” bulunduğum simalardan çoğunu gördüm.

Onlar değillerdi elbette ama farklı da değillerdi.

Şıkır şıkır giyinmiş, köyden kasabadan kopup gelenlere (kendilerinin kökleri de oralardan olsa bile) tepeden bakar pozlar…

 

Ve sosyal medyadaki uzantılarından “Siz bilimden ne anlarsınız! Batıdan en ödüllü en havalı bilim adamlarını getiriyor Kemal Bey. Beğenmezsiniz tabii sizi gericiler!” yollu sataşmalar…

*

CHP’nin elitleri bu hallerini bıraksalar, oy sıkıntısını aşacaklar da…

Olmuyor işte.

“Memet Efendi” ne kadar pahalı kıyafetler alırsa alsın onlar gibi olamıyor ya…

Onlar da, şartların kendilerine “iktidara gelmek için büyük avantajlar sunduğu” bir süreçte dahi “seçkincilikten”“batı hayranlığı”ndan kurtulup oylarını arttırmanın yollarını bulamıyor.

****

(*) Fehmi Koru)

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar